Bilecik'de Mümin Inanan Ve Güven Veren Güzel Insan
mümin inanan ve güven veren güzel insan
MÜMİN
İNANAN VE GÜVEN VEREN GÜZEL İNSAN
Allah Resûlü bir gün on kişilik bir toplulukla beraber oturuyordu. Bu sırada kendisine hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan çıkan ve süte benzeyen hurma özü ikram edildi. Resûl-i Ekrem hurma özünün tadına baktıktan sonra etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu:
“Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman'a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez.” Bunun üzerine insanlar çölde yetişen ağaçları saymaya başladılar. Ancak kimse Allah Resûlü'nün mümine benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi. Topluluktaki insanlar doğru cevabı bulamayınca, Allah Resûlü'nden sorunun cevabını söylemesini istediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu.
Allah Resûlü;
“Öyle bir ağaç vardır ki bereketi Müslüman'ın bereketine benzer.” buyururken aslında ilhamını Kur'ân-ı Kerîm'den almaktaydı.
Çünkü Yüce Allah da Kitabında imanı ve imanın sözle ifadesi olan kelime-i tevhidi güzel bir ağaca, inkârı ve inkârın ifadesi olan kötü sözü ise kötü bir ağaca benzetmiş ve şöyle buyurmuştu:
“Görmedin mi Allah güzel sözü nasıl misal getirdi? Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaca benzer. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü söz de gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.” (İbrâhîm, 14/24-26.)
Sevgili Peygamberimiz bu âyette bir benzetme unsuru olarak kullanılan “güzel ağaç” ile hurma ağacının, “kötü ağaç” ile de halk arasında “ebucehil karpuzu” olarak da bilinen ve meyvesi acı olan “hanzal” adlı bitkinin kastedildiğini ifade etmiştir.
Mümin ile hurma ağacı arasında benzetme kurulurken ilk olarak hurmanın kökü dikkatlere sunulmuştur. Buna göre hurma ağacının kökleri nasıl toprağın derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş ve orada karar kılmışsa, müminin imanı da onda sağlam bir şekilde kökleşmiş ve sabit kalmıştır.
Hurmanın kökü onun gövdesinin, meyvesinin ve yapraklarının beslendiği yegâne kaynak olduğu gibi müminin imanı da onun ibadetlerinin ve güzel davranışlarının biricik menbaıdır.
Kök ağaca besin taşıdığı gibi, iman da mümine ruh taşır, heyecan taşır ve onu daima diri tutar. Kök, her şeyi yerinden eden şiddetli kasırgalara karşı ağacı sabit kılarken, sadık iman da müminleri hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar. Köke gelen zarar, tüm ağaca gelir.
İman da böyledir. O, şüphe, şirk ve inkâr barındıran her türlü söz ve davranıştan uzaktır. Nitekim âyette Allah'ı inkâr anlamına gelen her türlü söz, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmiştir. Kökü olmayan bir ağaç nasıl kuruyup yok olmaya mahkûmsa, samimi bir imana sahip olmayan insanın da hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğraması kaçınılmazdır.
Kökü ve dalları güçlü olan bir ağacın aynı oranda güzel ve tatlı meyve vermesi tabiîdir. Meyve, büyük bir özen ve sabırla büyütülen hurma ağacından beklentiyi ifade eder. Sadık bir imana ve samimi bir niyete sahip bir müminden de buna uygun salih ameller sergilemesi beklenir. Çünkü salih amel, iman ağacının meyvesi ve müminin imanının göstergesidir. İman, müminlerin gönüllerine sımsıkı yerleşince onların tüm hayatlarına ve davranışlarına yön verir. İmanın bu iyi ve olumlu etkisi müminin “salih amel” olarak bütün söz ve eylemlerinde açıkça ortaya çıkar.
İman ağacının meyvelerinden biri de ibadetlerdir. İmanın “salih amel”e dönüşmesi müminin ibadetlerinde açık bir şekilde görülür. Kulluk bilincine sahip olan bir Müslüman, hayatını Allah'a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürür. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslâm'ın temel şartlarını teşkil eden ibadetlerin yanında Allah'ı zikretme, Kur'an okuma, kurban kesme ve infakta bulunma gibi kendisini Yüce Allah'a yaklaştıracak ibadetleri ifa eder. Farz ve nafile ibadetlerle Yüce Allah'a yakınlaşır ve böylece onun sevgisini kazanır.
Ahlâk da iman ağacının meyvelerindendir. Müminin imanı ile ahlâkı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu anlatan bazı hadisler şunlardır:
“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.”
******
“Mümin, ne insanları karalayan, ne lânet eden, ne kaba ve kötü sözlü, ne de hayâsız birisidir.”
Özellikle de
“Cimrilik ve kötü ahlâk asla bir müminde bulunmaz.”
Yine Peygamber Efendimizin buyurduğuna göre,
“Laf taşıma, sövüp sayma ve soy sopla övünme cehennemdedir; bunlar bir müminde bir araya gelmemelidir.”
Hadiste hurma ağacının meyvesi ile mümin arasında benzerlik kurulurken “hurmanın her zaman meyve verdiğinin” vurgulanması onun bereketli bir ağaç olduğunu ortaya koyar. Üstelik hurma ağacı sadece meyvesinden değil gölgesinden, odunundan, yapraklarından, dallarından ve hatta çekirdeklerinden bile istifade edilen bereketli bir ağaçtır.
Mümin de böyledir; bereket onlar arasındaki en önemli benzerlik noktalarından biridir. Mümin, sözleriyle, tavır ve davranışlarıyla, imanı ve ibadetiyle, kısacası tüm hayatıyla bereketli ve faydalı olmayı başaran kişidir. Faydalı olma, mümin için bir ayırıcı vasıftır. Kendisine, ailesine ve topluma faydalı olması bakımından mümini bir aktara benzeten hadiste Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.”
Müminin yararlı bir insan olması, onun söz ve davranışları ile diğer insanlara zarar verecek bir tavır ve tutum içinde olamayacağı sonucunu doğurur. Allah Resûlü'nün yaptığı bir mümin ve Müslüman tanımında, müminin diğer insanlarla olan ilişkisindeki güven unsuru öne çıkarılır:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.”
Enes b. Mâlik'in Resûl-i Ekrem'den naklettiği bir hadiste ise, “altın kural” olarak bilinen ve tarih boyunca bütün dinî ve ahlâkî sistemlerde kendine yer bulan, “Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.” veya “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davran.” şeklindeki ahlâkî ilke ile iman arasında doğrudan bir ilişki kurulur:
“Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”
Mümin için iyiliğin ve güzelliğin bir hayat tarzı olduğunu, onu bal arısına benzeterek anlatan bir hadiste Allah Resûlü şöyle buyurur:
“Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”
Hadise göre bal arısı ile mümin arasındaki iki benzerlik, yedikleri gıdalar ile ürettiklerinin temizliğindedir. Bal arısı nasıl ki ağaçların ve bitkilerin en güzel çiçeklerinden besleniyorsa, mümin de Allah'ın kendisine verdiği rızıkların temiz ve helâl olanlarından gıdalanır.
Arının, tertemiz çiçeklerden aynı temizlikte bir üretimle şifa kaynağı bal verdiği gibi mümin de temiz, sağlam, kaliteli ve hilesiz bir üretim yapar. Müminin çalışıp kendi emeğiyle ortaya koyduğu her türlü ürün, kendisi ve toplumu için faydalı ve anlamlıdır. Nitekim bal arısının ürünü olan bal da insanlık için büyük bir nimet ve şifa kaynağıdır.
Burada aynı zamanda üretim ve tüketim arasındaki ahlâkî dengeye de bir gönderme vardır. Hadiste mümin ile bal arısı arasındaki benzerliğin bir başka yönü de çevre bilinci ile ilgilidir. Bal arısı çiçeğinden yararlandığı ağaca hiçbir şekilde zarar vermediği gibi mümin de imar etmekle sorumlu olduğu çevrenin ve kâinatın dengesini bozacak bir tavır içinde olamaz.
Bu çerçevede Hz. Peygamber'in, yoldan eziyet verecek şeyleri kaldırmayı imanın şubelerinden birisi olarak tanımlaması mümin ile çevre bilinci arasındaki yakın ilişkiyi göstermektedir.
İmanda sebat ve kararlılık göstermede müminin önündeki en çetin engellerden biri de günahlardır.
“Mümin, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.” hadisiyle müminin günaha karşı tavrını ifade eden Allah Resûlü, günlük hayatın türlü meşguliyetleri arasında mümin ile imanı arasına giren günah ve hata engellerini tevbe ve istiğfar ile aşmayı tavsiye eder.
Böylece hiçbir günah sürekli bir şekilde mümin ile imanı arasına giremez. Mümin ile iman arasındaki daimî ilişkiyi bir benzetme ile dikkatlere sunan hadisinde Resûl-i Ekrem şöyle buyurur:
“Mümin, yularından bir yere bağlanmış ata benzer; o at gezip dolaşır sonra da bağlandığı yere geri döner. Mümin de unutarak hata işler ve sonra yine imana döner.”
Burada imana dönmekten maksat, Allah'a iman etmiş bir kişinin, günah işlediği zaman hemen tevbe ve istiğfar ederek yeniden Allah'a yönelmesi ve imanını muhafaza etmesidir.
Ve nihayet Allah Resûlü'nün, mümini, “bir iyilik yaptığında sevinen, bir kötülük yaptığında ise üzülen kimse” olarak tanımladığı hatırlanırsa, bir müminin yapacağı en güzel dualardan birinin şu nebevî dua olduğu anlaşılır:
“Allah'ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman sevinç duyan, kötülük yaptıkları zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.”
01.05.2020 MÜMİN İNANAN VE GÜVEN VEREN GÜZEL İNSAN