Çanakkale'de Din Işleri Yüksek Kurulu Başkanlığının 04 Aralık 1997 Tarih Ve 103 Sayılı "türkçe Ibadet" Konulu Kurul Kararı
din işleri yüksek kurulu başkanlığının 04 aralık 1997 tarih ve 103 sayılı 'türkçe ibadet' konulu kurul kararı
Sayı : B.02.1.DİB.0.10-212-
Karar Tarihi : 04.12.1997
Karar Numarası : 103
Kararın Konusu : Türkçe İbadet
DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARI
Din İşleri Yüksek Kurulu, Kurul Başkanı İsmail ÖNER'in başkanlığında toplandı. Son günlerde medyada Türkçe ibadet ve özellikle Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına dair tartışmaların yoğunluk kazanması üzerine konu Kurulumuzda görüşüldü. Yapılan inceleme ve müzakere sonunda:
1- Bütün ilahi kitaplar, onları insanlığa tebliğ ile görevlendirilen Peygamberlerin konuştukları dille indirilmişlerdir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.) Arabistan da araplar arasında yetiştiği ve Arapça konuştuğu için, O'nun tebliğ ettiği Kur'an-ı Kerim de Arapça olarak indirilmiştir.
Ancak Yüce Rabbimizin bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur'an-ı Kerim, sadece araplar ve Arapça'yı bilenler için değil, bütün insanları sapıklıklardan korumak, onlara Hakkı ve hakikati öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin herkese, bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir. Nitekim Kur'an- Kerim'de:
Bu Kur'an, bütün insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür. (Al-i İmran, 3/138)
Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun... (Maide 5/67)
Kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye sana Kur'an'ı indirdik… (Nahl, 16/44)
Bu Kur'an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, tam akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.” (Sad 38/29)
buyurulmuştur.
İfade edildiği üzere Kur'an-ı Kerim Arapçadır. Cenab-ı Hakk'ın yüce kelâmı kutsal kitabımızın dilinin her Müslüman tarafından bilinmesi ve anlaşılması, arzu edilen bir durum ise de âdeten mümkün değildir. 0 halde Kur’an-ı Kerim'in Arapça bilmeyenlere tebliğ edilebilmesi ve onların yüce Kitapta bildirilen ilahi gerçek ve öğütleri anlayıp üzerinde düşünebilmeleri ve O’nun hidayetinden yararlanabilmeleri için, başka dillere tercüme edilmesine, kısa ve uzun açıklamalarının yapılmasına kesin ihtiyaç, hatta zaruret vardır. Nitekim, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren buna ihtiyaç duyulmuştur. Ashabın ileri gelenlerinden Selmân-ı Fârisi'nin İran'lı hemşehrilerinin isteği üzerine Fatiha Sûresini Farsçaya çevirip onlara gönderdiği bazı kaynaklarda (bk.Serahsi, el-Mebsut, I, 37, Beyrut, 1398/1978) yer almıştır. Günümüzde Kur'an-ı Kerim, dünyadaki belli başlı hemen bütün dillere çevrilmiş durumdadır. Dilimizde de yüzün üzerinde meâl, terceme ve tefsiri bulunmaktadır.
2- Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercemesinin okunmasına gelince:
Kur'an-ı Kerim'de Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun (Müzzemmil, 73/20) buyurulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.) de bütün namazlarda Kur'an-ı Kerim okumuş ve namaz kılmayı iyi bilmeyen bir sahâbiye namaz kılmayı tarif ederken ....sonra Kur'an'dan hafızanda bulunanlardan kolayına geleni oku. (Müslim, Salat, 45) buyurmuştur. Bu itibarla namazda kıraat yani Kur’an okumak, kitap, sünnet ve icma ile sabit bir farzdır.
Bilindiği üzere Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın Hz. Muhammed’e (s.a.) Cebrail aracılığı ile indirdiği manaya delalet eden elfazın (nazm-ı münzel'in) ismidir. Sadece mana olarak değil, Rasulüllah (s.a.)'in kalbine elfazı ile indirilmiştir. Bu itibarla bu elfazdan anlaşılan ve başka lafızlarla (sözlerle) ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakk'ın kelâmı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Oysa Kur'an kavramının içeriğinde, sadece mana değil, Bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Nitekim:
Şüphesiz o, âlemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Onu Ruhu'l-emin (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi. (Şuara 26/192-195)
Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (Tâhâ, 20/113)
Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur'an indirdik. (Zümer, 39/28)
Bu bilen bir toplum için, âyetleri Arapça bir Kur'an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır. (Fussilet, 41/3) gibi tam on ayrı yerde (Yusuf, 12/2; Ra'd, 13/37; Nahl, 16/103; Şûra, 42/7; Zuhruf, 43/3; Ahkâf, 46/12) nazm-ı münzel’in Arapça ifade eden âyetlerden, sadece mananın değil, elfazının da Kur'an kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu sebepledir ki, tercemesine Kur'an denilemeyeceği ve Tercemesinin Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedir.
Bilindiği üzere tercüme, bir sözün anlamını başka bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Oysa her dilin, başka dillerde bulunmayan (kendine ait) ifade, uslup ve anlatım özellikleri vardır. Bu yüzden, edebi ve hissi yönü bulunmayan bazı kuru ifadeler dışında, hiç bir terceme aslının yerini tutamaz ve hiçbir tercemede, her bakımdan aslına tam bir uygunluk sağlanamaz. 0 halde Kur'an-ı Kerim gibi, ilahi belâğat ve i'cazı hâiz bir kitabın aslı ile tercemesi arasındaki fark, yaratan ile yaratılan arasındaki fark kadar büyüktür. Çünkü biri Yaratan Yüce Allah'ın kelamı; diğeri ise yaratılan kulun âciz beyanı. Hiç böylesi bir tercemenin, Allah kelâmının yerine konulması ve aynı hükümde tutulması mümkün olur mu?
Kaldı ki, İslâm dini evrensel bir dindir. Değişik dilleri konuşan bütün Müslümanların ibadette ortak bir dili kullanmaları onun evrensel oluşunun bir gereğidir.
Herkesin kendi konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulanagelen şekle ters düşeceği gibi içinden çıkılmaz birtakım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise, böyle bir uygulamanın dışarda Türkiye aleyhinde, içerde ise Devlet aleyhinde bir malzeme olarak kullanılacağı, vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, sonuç olarak birtakım huzursuzluklara sebebiyet vereceği dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Diğer taraftan, yüzleri aşan tercüme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve bunu herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.
Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dua kulun Allah'tan istekte bulunmasıdır. Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır.
Diğer taraftan, Kur'an-ı Kerim'in en önemli özelliklerinden biri de i’cazdır. Bir benzerinin ortaya konulması konusunda, Kur an bütün insanlığa meydan okumuştur. Bu i'câzın sadece anlamda olduğu söylenemez. Aksine, onun Allah katından indirildiğinde şüpheniz varsa, haydi bir benzerini ortaya koyun anlamındaki tehaddî (meydan okuma) âyetlerinden (Bakara 2/23-24; Yunus, 10/37- 38; Hud, 11/13; İsra, 17/88; Tûr, 52/33-34) bu özelliğin daha çok lafızla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir benzerini ortaya koymak için, insanlar ve cinler bir araya toplanıp birbirlerine destek olsalar bile bunu başaramayacaklarını ifade eden âyet-i kerime (İsra, 17/88) den de, Kur'an'ın bir benzerinin yapılamayacağı ve bu itibarla tercemesinin kelâmullah sayılamayacağı, o hükümde tutulamayacağı ve dolayısıyla namazda tercemesinin okunamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim, 1926 yılında İstanbul Göztepe Camii İmam-Hatibi Cemal Efendi'nin cuma namazında Kur'an-ı Kerim'in Türkçe tercemesini okumasıyla ilgili olarak İstanbul Müftülüğü'nün 20 Mart 1926 tarih ve 92-93 sayılı yazısı üzerine, altında Atatürk tarafından göreve getirilen ilk Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi'nin imzası bulunan 9 Ramazan 1324/23 Mart 1926 tarih ve 743 numaralı Müşavere Hey'eti kararında:
Namazda kırâet-i Kur'ân bi'l-icma farz, ve Kur'ân'ın hangi bir lügat ile tercemesine Kur'ân itlakı kezalik bi'l-icmâ gayr-ı câiz ve namazda kırâat-i Kur'ân mahallinde terceme-i Kur'ân'ın adem-i cevâzı da bi'l-umum mezâhib fukahasnın icmâı ile sâbit olduğundan, hilâfına mücâseret, namazı vaz'-ı şer'îsinden tağyîr ve emr-i dini istihfaf ve mel'âbe şekline vaz'ı mutazammın olduğu gibi, beyne'l-müslimîn iftirak ve ihtilâfa ve memlekette fitne hudûsuna bâis olacağından, fiil-i mezbûre mücâsereti sâbit olan merkum Cemal Efendinin uhdesindeki vezâif-i ilmiye ve diniyenin ref'i, emr-i zaruri halini almış olmakla ol veçhile tebligat icrâsı... denilmiştir.
Şüphesiz bir Müslümanın en azından namazda okuduğu Kur an-ı Kerim metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. Ancak manasını anlamak, onun hidayetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur'an-ı Kerim'i terceme etmenin ve bu maksatla meal, terceme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu tercemeleri Kur'ân yerine koymanın ve Kur'ân hükmünde tutmanın hükmü yine başkadır.
Namazda ve ibadet olarak Kur'an-ı Kerim aslî lafızları ile okunur, Yüce Rabbimizin bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise terceme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur'an-ı Kerim'in tercüme, meal ve açıklamalarını okumak da çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir.
Keyfiyetin, kamuoyuna duyurulmak üzere, Başkanlık Makamına arzına karar verildi.