Cankiri'da Haftanın Makalesi (mekk'nin Fethi)

haftanın makalesi (mekk'nin fethi)

MEKKE’NİN FETHİ

Durali GÜL

Cezaevi Vaizi

Mekke’ye, Kâbe’yi barındırması ve kutsal bir belde sayılması sebebiyle pek çok ad verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Mekke (Fetih, 48/24) isminin yanında Bekke (Âl-i İmrân, 3/96), “karye” (Nahl, 16/112), “meâd” (el-Kasas 28/85), “el-beledü’l-emîn” (et-Tîn 95/3) ve “el-beled” (el-Beled 90/1) gibi adları vardır. Kur’an’da Mekke “ekin bitmeyen bir vadi” (İbrâhîm, 14/37) “ümmülkurâ” (şehirlerin anası) (el-En‘âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7) olarak nitelendirilmesi yanında, yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve Müslümanların kıblesi kabul edilmesinden dolayı da “ümmülkurâ” (En‘âm, 6/92;Şûrâ, 42/7) olarak isimlendirilmiştir. Mekke’nin asıl önemi, Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mabet olan Kâbe’nin (Âl-i İmrân, 3/96) burada bulunmasından kaynaklanmaktadır.

Mekke şehri aynı zamanda  âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) dünyaya teşrif buyurdukları, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği, kendisine Muhammed’ül Emin isminin verildiği ve peygamber olarak görevlendirildiği mübarek bir beldedir.

Bu mübarek belde peygamberimize Kur’an-ı Kerim’in indirilip tebliğe başladığı dönemde müşriklerin yaşadığı bir yer haline gelmiş Kabe-i Muazzama putlarla doldurulmuştu.

Allah Rasülü ilk vahyi almasıyla beraber 13 yıl mücadele etmesine rağmen müşrikler İslam’ı kabullenmek yerine Müslümanlara işkence yapmışlar hatta peygamberimizin ölüm fermanını çıkarmışlardı. Rasülullah (s.a.s) Allah’ın emriyle Medine’ye hicret etmişti. Mekke Rasülullah (s.a.s) için o kadar değerli ve sevgiliydi ki; Peygamberimiz Mekke'den ayrılırken şu duygu dolu sözleri söyledi: “Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli yerisin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım.”(Tirmizi, Menakıb,68)

Hz. Peygamber (s.a.s.) çok sevdiği bu topraktan müşriklerin zoruyla hicrete mecbur oluyor. Gidiyor ama geri gelmek ve onu layık olduğu saygıdeğer yerine oturtmak üzere... O'nun ve ashabının hasret ve gurbetle geçen sekiz yıl sonra vuslat vakti gelip çatıyor.

Hicretin sekizinci yılında, Ramazan ayında, miladî 630. yılın Ocak ayında insanlık tarihinde ben­zersiz bir fetih gerçekleşiyor. Ramazan ayının yirmisinde, bir Cuma günü. Peygamber ordusu dört koldan, Mekke'ye giriyor. Elbette bu fethin fatihi de benzersiz bir fatih. Çünkü O, sadece maddede değil, manada da ben­zersiz bir fethi gerçekleştirmiştir. Manevî fetihler de dünya, ahiret, nefis, ruh gibi çeşitli kollardan gerçekleşir.

Resûlullah (s.av.) Mekke’nin Fethi günü, Kâbe merdiveni üzerinde ayağa kalkarak: “Hamd Mekke’nin fethine dair vaadini yerine getiren, kulu Muhammed’e (s.a.v) yardım eden ve düşman topluluklarını tek başına yenilgiye uğratan Allah’a mahsustur.” Dedikten sonra “Mekke’nin fethine dair vaadini yerine getiren, kulu Muhammed’e (s.a.v) yardım eden ve düşman topluluklarını tek başına yenilgiye uğratan Allah’tan başka ilâh yoktur. Haberiniz olsun! Mal veya kandan, Câhiliye devrinde anılıp zikredilen tüm övünme vesilesi olan şeyler ayaklarımın altındadır. Sadece hacılara su dağıtma işi ve Kâbe hizmeti bunun dışındadır…” buyurdu. (Ebu Davut, Diyat,17;İbni Mace, Diyat, 5)

Allah Resûlü bu konuşmasında, öncelikle tevhide vurgu yapıp bütün insanların eşit olduklarını ilan etmişti. Daha çok ahlâkî vurgularda bulunan Hz. Peygamber, faiz, vasiyet, nikâh gibi birçok konuya temas ettikten sonra Mekke halkına dönerek, “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sormuş, Kureyşliler de şöyle karşılık vermişlerdi: “Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarak, ‘Hayır yapacaksın!’ deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!” Bunun üzerine Resûlullah şu mânidar sözleri söyledi: “Ben de Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.’  (Yusuf, 12/92) diyorum. (Vakidi, Megazi, I, 836)Haydi, gidiniz! Artık serbestsiniz.” (İbni Hişam, Siret, V, 74)

Ne kadar da âlicenap bir davranıştı bu… Kendisine zulmün, işkencenin ve hakaretin her türlüsünü yapan, çok değil daha birkaç saat öncesinde bütün güçleriyle onu yok etmek isteyen insanları affetmek, ne büyük bir merhamet örneğiydi. Bu rahmet atmosferi sayesindedir ki Mekke halkı, Peygamber Efendimize Müslüman olduklarını bildirmek için akın akın gelmeye başladılar. Kur’an’ın ifadesiyle insanlar bölük bölük Allah’ın dinine giriyorlardı. “Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde, İnsanları bölük, bölük Allah'ın dinine girerlerken gördüğünde. Artık Rabbini hamd ile tesbih et ve bağışlamasını dile! Muhakkak ki, O, çok bağışlayandır! (Nasr, 110/1-4)

Allah Resûlü ise Rabbinin nasip ettiği bu zafer sonrasında asla mağrur bir kral gibi davranmadı. Her türlü eziyeti görmesi ve sonunda da memleketinden zorla çıkarılmış olmasına rağmen o, ne intikam almak ne de kan dökmek amacındaydı. Hâlid b. Velîd’e karşı koyan küçük gruplar hariç, kimsenin burnu bile kanamadan Mekke fethedildi. İslâm’ın barış dini olduğunu en güzel şekilde kanıtlayan ve bir strateji şaheseri olan bu seferde Rahmet Peygamberinin adına yaraşır şekilde gösterdiği hoşgörü, aslında bir beldeden ziyade gönüllerin fethini sağladı.