İstanbul'da Beykoz'da Sabah Namazı Buluşması Gerçekleştirildi
beykoz'da sabah namazı buluşması gerçekleştirildi
Beykoz Yıldırım Beyazıt Camiinde 12.01.2020 tarihinde İstanbul Müftüsü Mehmet Emin MAŞALI’nın katılımı ile sabah namazı buluşması gerçekleştirildi.
İstanbul Müftüsü Mehmet Emin MAŞALI sabah namazının akabinde yaptığı konuşmada namazda okuduğu Nisa suresi 4/1-10 ayetleri üzerine bir sohbet irat etti. Nisâ kelimesinin kadınları ifade eden bir kelime olmasına rağmen bu surenin erkeklere de dönük çok sayıda hukuki-ahlaki mesaj içerdiğini belirten MAŞALI, Kur’an’ın hukuki düzlemdeki beyanlarının yani ahkâmının ahlakla örülü ve iç içe olduğunu hatırlattı ve Kur’an’da ahlaktan arındırılmış bir hukuki düzenlemenin bulunmadığını belirtti. MAŞALI konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Herşeyin arkasında inanç vardır, ahlak vardır. Kur’an-ı Kerim’in bizlere telkin ettiği dünya görüşü, ahlakla, inançla yoğrulmuş bir dünya görüşüdür. Bir işin içinde inanç yoksa, ahlak yoksa, şekil olarak ne yaparsanız yapın, velev ki bu yaptığınız ibadet dahi olsa, Allah katında bir anlam ve değeri olmayacaktır. Nisâ sûresinin bu ayetlerine gelince onlarda üzerinde durulan asıl konu yetimlerdir. Allah Teâlâ bu yöndeki beyanlarına “Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı olun.” buyruğuyla başlamaktadır. Takvalı olmak demek, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı hassas olmak demektir. Cenab-ı Hak bir şeyi emretmiş ise “başım gözüm üzerine Ya Rabbi!” diyebilmek; Cenab-ı Hak bir şeyi yasaklamışsa o yasaktan uzak durma noktasında üst düzey hassasiyet içerisinde olmak demektir takva. Dahası Kur’an’da sıklıkla altı çizilen bir dinî-ahlakî değerdir takva. Peki insan niçin takvalı olmalı? Ayetin devamında bu soruya cevap olacak ilahi beyanlar var: “Çünkü sizi var eden, bu dünya hayatına siz sevk eden Allah’tır” dolayısıyla sizin var olmanızı o sağladığına göre sizin yapınızı, mayanızı, özelliklerinizi, güçlü ve zayıf taraflarınızı da Allah bilmektedir. Bu yönüyle Allah neyi emretmişse ona sarılın, neyi de yasaklamışsa ondan sakının.
Muhterem cemaat! Nisa suresinin ilk ayetinde bizi yaratan Rabbimizin emir ve yasakları karşısında takvayı elden bırakmamamız emredildikten sonra devamındaki ayetlerde yetimler konusu üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede ilk olarak anasını-babasını yitirmiş, yetim ve kimsesiz kalmış çocuklara, ebeveynlerinden kalan malların verilmesi emredilmekte, yetimlerin mallarına konmaktan alabildiğine kaçınmanın gereğine işaret edilmektedir. Bu ayetler, güç ve kuvvete dayanarak kimsesizlerin mallarına el koymayı, onların hak ve hukukunu çiğnemeyi yasaklamaktadır. İnsanın mala karşı aşırı bir düşkünlüğü var ve dünyevileşmenin tavan yaptığı günümüzde maalesef bu mal ve dünyalık düşkünlüğü had safhada. O yüzdendir ki ibadette gösterdiğimiz hassasiyeti mal mülk konusunda gösteremiyoruz. Mesele mal mülk söz konusu olduğunda kitaba gidelim, Peygamberimiz’e (sas) başvuralım diye düşünmüyoruz. Geçimliği helal yollardan temin etmek ve malına haram lokma katmamak dindarlığın özüdür. Rabbim çoluğumuza çocuğumuza helal rızık götürmeyi nasip etsin bizlere.
Nisâ suresinin 3. ayeti de yetim kızlarla/kadınlarla alakalı bir ayettir. Hal böyle iken sürekli olarak çok eşliliğe ruhsat veren bir ayet olarak değerlendirilmiş olması ayetin ruhunu anlayamadığımızın bir göstergesi. Zira bu ayet yetim kızların/kadınların mallarına el koymak amacıyla onlarla evlenmeyi tenkide tabi tutmaktadır. Bir başka ifadeyle bu ayetler “yetim ve kimsesiz bir kadına karşı, nasıl olsa çevresi yok, akrabası yok, ne yapsam yeridir gibi bir anlayışla ve malına da el koyma bahanesiyle evleniyorsanız aman bunu yapmayın, böyle bir haksız tutum içine girecek ve yetim-kimsesiz kadınla evlilik yaptığınızda onun hak ve hukukunu çiğnemekten endişe edersiniz onunla değil de etrafı olan ve hakkını koruma kudretine sahip bulunan kadınla evlenin ve böylece de kimsesiz birine haksıklıkta bulunma gibi büyük bir vebali üstlenmekten kendinizi kurtarın” anlamına gelir.
Surenin dördüncü ayetinde ise evlilikte kadına mehir takdim edilmesi emredilmektedir. Burada mesele erkeğin kadına maddi bir şey vermesi değil, kadına verdiği değerin sembolik bir ifadesi olarak bir hediye takdim etmesidir. Evet mehirin bir hukuki boyutu vardır, ama bir de ahlaki boyutu vardır. Ahlaki boyutu da bahsini ettiğimiz husustur. Nitekim Ayet-i kerimede mehir değil de “sadugah” kelimesinin zikredilmesi de bu yönde bir anlam taşır. Zira sadukah kelimesi doğru olmak, sadık olmak, sadakat sergilemek anlamına gelen bir kökten geliyor. Bu da evlilik akdi esnasında kadına takdim edilen mehirle haddizatında “Nikahın gereklerine riayet edeceğim, sözüme sadakat göstereceğim, senin hukukunu da koruyacağım; sözümün teminatı olarak da bu hediyeyi takdim ediyorum” anlamına gelir ve alabildiğine ulvi bir boyuta sahiptir.
Bu ayetlerin devamında yetimlere muamelede alabildiğine hassas davranılmasının gerekliliğine işaret edilmekte, bu yöndeki uyarılar şu mealdeki hatırlatmalarla sonlandırılmaktadır: Kendi çocuklarınızın akıbeti hususunda nasıl endişeleniyor ve başınıza bir şey gelmesi durumunda arkada bırakacağınız küçük evlatlarınızla ilgili nasıl bir kaygı yaşıyorsanız aynı şekilde başkalarının yetimlerine karşı da aynı hassasiyeti sergileyin ve şunu da bilin ki yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler aslında midelerini ateşle doldurmaktadırlar. Bu kimseler ileride cehennemi boylayacaklardır.”
Rabbim başta yetim, fakir ve kimsesizler olmak üzere, üzerimizde, hiç kimsenin hakkı olmadan şu dünyadan göçmeyi ve huzuruna kul hakkı olmadan çıkabilmeyi nasip eylesin bizlere. Âmin. 12.01.2020