Kocaeli'de 23.08.2024 Cuma Vaazı

23.08.2024 cuma vaazı

Hz. Peygamberimizin Örnekliğinde Şahsiyet İnşası

 

Muhterem Mü’minler!

“And olsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır”.(Ahzâb, 33/21)

Müslümanı şahsiyet sahibi kılıp şuurunu perçinleyen, ona yol ve yön çizen ana unsur hiç şüphesiz İslam’dır. Müslüman için en üst kimlik olan ve onun diğer alt aidiyetleri ile ilişkisini tayin edip düzenleyen bu hakikat, hayata anlam katan hak, hukuk, adalet, merhamet gibi değerleri kuşattığı için ona kimlik, kişilik ve karakter kazandırıp her konuda rehberlik etmektedir. Bu yönüyle İslam, hayatın tamamını etkisi altına alan bir güzel ahlak düzeni olarak, bünyesinden neşet eden değerleri kuşanan Müslümana, Hz. Peygamberin (s.a.s.) izinde emin adımlarla yürürken yol işareti olacak en güvenilir dayanaktır. Dolayısıyla İslami hüviyet, benlik ve bilinç ikliminde zaman zaman sisli ve buhranlı süreçlerle karşılaşan Müslümanın kimlik ve kulluk şuurunun önündeki bariyerleri kaldıran yegâne umut ve ufuk merkezi şüphesiz Resul-i Ekrem’dir. Zira yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de;

Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır” (Ahzâb, 33/21) ayetiyle onu tebcil etmektedir. Bu da göstermektedir ki, insanoğlunun tarihi serüveninde mahlûkata merhameti, Yaratıcıya mutlak teslimiyet ve itaati tüm boyutlarıyla ifade eden hayır, iyilik ve güzelliğin en büyük timsali Hz. Peygamber;

“…Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız…” (Hac, 22/78) ayetiyle tescillenen Müslüman kimliğinin evrensel rehberidir.

Kıymetli Mu'minler

Hz. Peygamber Efendimizin doğup büyüdüğü,peygamberliğine kadarki zamana câhiliye dönemi denilmektedir.Cahiliye döneminde insanlar çok çirkef bir hayat sürmektedirler.Insanlar putlara tapıyor,güçlü olan zayıfı eziyor. Ahlaki açıdan gayri ahlaki bir yaşıyorlardı. Ölü hayvanları yiyen,kız çocuklarını diri diri toprağa gömen, iffetsizlik had safhada, içki kumar gibi kötülükler alabildiğine yaygın bir hayat yaşıyorlardı. Böyle kişilik ve şahsiyet sorunu yaşayan toplumu efendimiz (as) tebliğ görevi ile insanları saygın birer mümin olmalarını sağlamıştır.

Bu değişim ve dönüşümü Hz.Cafer ile Necaşi arasındaki konuşmada Cafer b.Ebu Talib şöyle ifade ediyor.

Necâşî:

“−Siz ne benim dînime ne de kendi kavminizin dînine girmediğinize göre, sizin kabûl ettiğiniz bu dîn, nasıl bir dîndir? diye sordu. Câfer-i Tayyâr söze başladı:

“–Ey hükümdar! Biz câhil bir kavim idik. Taştan, ağaçtan yapılmış putlara ilâh diye tapardık. Ölü hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri gömerdik. Kumar oynar, fâizcilik (tefecilik) yapardık. Zinâyı ve bir kadının birkaç erkekle münâsebetteki iffetsizliğini hoş görürdük. Akrabâmıza karşı vazîfelerimizi bilmezdik. Komşularımızın haklarını tanı­mazdık. Güçlüler zayıfları ezer; zenginler fakirlerin sırtından kazanırdı. Aramızda, hak nedir, bilinmezdi.

Allâh Teâlâ bizlere merhamet etti ve bizim ıslâhımızı diledi de, içimizden bir Peygamber gönderdi. O Peygamber, asil bir soydan ve temiz bir kabîledendir. Kendisini «el-Emîn» diye isimlendirmiştik. O bizi Allâh’ın birliğine çağırdı. O’na ibâdet etmeyi öğretti. Dedelerimizin putlarından kurtardı. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı. Kan dökmeyi, kumar oynamayı, içkiyi, fâizi, yalancılığı, yetimlerin mallarına dokunmayı yasakladı. Bize hep iyilikleri tâlim buyurdu. Doğruluğu, sözünde durmayı, komşu ve akrabâya iyi muâmele etmeyi, kadınların şerefini, kız çocuklarının hayâtını kurtarmayı emretti. Bizi vahşetten kurtardı. Medeniyete kavuşturdu. İyi bir insan olmamızı sağladı. Biz de kendisine inandık. O’nun yolunda yürüyoruz. Bu sebeple Kureyşlilerin düşmanlığını kazandık. Çeşitli işkencelere uğradık. Fakat işkenceler dayanılmaz hâle gelince, dînimizden de dönmek istemediğimiz için Peygamberimiz’den izin alarak hükümdarlar arasından sizi tercih ettik ve ülkenize geldik. Yurdunuzda zulme uğramayacağımızı umarak himâyenize sığındık!..”Bu sözlerle Müslüman olarak şahsiyetli bir hayatı tercih ettiklerini söylemektedir.

Aziz Müminler !

İSLAM MÜMİNE İZZET VE ŞEREF VERMİSTİR.

Allâh’ın boyası ile boyanın. Allâh’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O’na kulluk ederiz.”(el-Bakara, 138)

Allah'ın boyası (sıbgatullah) deyimine tefsirlerde İslâm, İslâm boyası, Hanîflik, Allah'ın ezelî-ebedî değişmez dini (ed-dînü'1-kayyim), Hz. Nûh ve ondan sonraki bütün peygamberlerin bildirdikleri din, Allah'ın insan tabiatına lütfetmiş olduğu temiz fıtrat, Allah'ın kanunu (sünnetullah), hücceti, Allah'ın arındırıp temizlemesi, sünnet olma gibi anlamlar verilmiştir.(kuran yolu tefsiri)

“Allah 'in boyasıyla (boyanmışizdir). Allah 'dan daha güzel boyası olan kim ? Biz O 'na kulluk edenleriz.”

“İbn Abbâs der ki: Hristiyanlar, bir çocuk olduğu zaman doğumunun yedinci gününde onu ma'mûdî adını verdikleri bir suya sokarak çocuğu vaftiz ederler, Bu, sünnet etmenin yerine geçen temizlemedir'* der, sonra da: Çocuk ancak bu suya sokulup vaftiz edildikten sonra gerçek hristiyan olur derlerdi. İşte Allah Tealâ bunun üzerine Allah'ın boyası... Allah'tan daha güzel boyası olan kim? âyetini indirdi.”

(el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 33; Ebu'l-Ferec Cemaleddin Abdurrahman ibn Ali İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, 1,151.)

İzzet ve şeref, sadece Allâh’a iman ve rasulune uymakla olur.

İzzet, Allah'ın, Resulünün ve müminlerindir. Ne var ki münafıklar bunu bilmezler.” (munafikun 8)

ŞAHSİYET SAHİBİ MÜMİN ALLAH'A VE İNDİRDİĞİNE İMAN EDER..

Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.

(Nisâ, 4/136)

İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fasık kimselerdir.(Hadîd, 57/16)

 

Hz. Peygamberimizin arzu ettiği şahsiyet sahibi mümin takva sahibidir.

..Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak ancak müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân, 3/102)

Hz. Ömer (radıyallahu anh) ile Übeyy bin Kaab(radıyallahu anh) arasındaki şu karşılıklı takvayı çok güzel açıklıyor:

Hz. Ömer –“Takvâ nedir ?”

Übeyy bin Kaab-“Dikenli yolda hiç yürümedin mi ?”

Hz. Ömer –”Yürüdüm”

Übeyy bin Kaab –“O zaman ne yaptın ?”

Hz. Ömer –“Paçalarımı sıvayıp gayret sarf ettim”

Übeyy bin Kaab-“ İşte takvâ budur”

 

Takva ehli olabilmek için 4 şeyi bilmemiz lazım:

a)Kendini bilmek

b)Rabbini bilmek

c)Haddini bilmek

d)Hesabını bilmek

Rabbimiz bizi, bize hayat verecek şeye davet ediyor:

Onurlu mümin güzel ahlak sahibidir.

Abdullah b. Amr b. Âs (ra) şöyle demiştir:

Resûlullah (sav) ne çirkin söz söyler, ne de çirkin bir davranışa yeltenirdi. O, “Sizin en hayırlılarınız, ahlâkı en güzel olanlarınızdır.” buyururdu. (B3559 Buhârî, Menâkıb, 23; M6033 Müslim, Fedâil, 68)

Ebu’d-Derdâ’dan (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:

Kıyamet gününde mümin kulun (amel) terazisinde güzel ahlâktan daha ağır gelecek bir şey yoktur. Allah, söz ve fiilleri çirkin kimselere öfkelenir.” (T2002 Tirmizî, Birr, 62)

Mütevazidir !

Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler. (Furkân, 25/63)

Müminlere Şefkatli,kafire şedid

Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. (Fetih, 48/29)

Değerli müminler!

Kimlik sahibi bir mümin islamin kendisine kazandırdığı şahsiyetini muhafaza eder. Başka kişi veya kavimlere benzemez, kendine has düşünce ve yaşayış tarzı vardır.

Kim bir kavme benzerse o da onlardandir” Buyuran sevgili Peygamberimizin yolundan gider.

Bilge Kral Aliya İzzet Begovic

“Biz savaşı düşmana benzediğimiz zaman kaybederiz” diyerek müslümanın kendine has şahsiyetinin önemini vurgulamıştır.

Maalesef günümüzde Müslüman Türk gençliği günden güne kendi öz benliğini yitirerek batılı toplumlara benzemektedir. Bu internet çağında iletişimin en üst seviyede olan günümüzde, sosyal medya vb. şeylerden etkilenmektedir. Oysa biz kendi kadim değerleri olan imparatorluk devamı bir necip milletiz.

Dersimizin başında da söylediğimiz gibi sevgili Peygamberimiz öyle bir toplum inşa etti ki Asrı Saadet diyoruz.

Sevgili Peygamberimizin rahle-i tedrisinden geçen o güzel sahabenin yaşayışı, duruşu gerçekten her türlü övgüye layik lar. Bu örnek insanların bir kaç tanesini burada zikretmekte fayda vardır.

Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. Desine Reci vakasına esir alındılar. Hubeyb şehit edileceği zaman, iki rekat namaz kılması için müsaade edin dedi.Namazini kıldı. Eğer ölümden korktu demecegizi bilseydim namazımı uzatırım dedi. İslam’ın ona kazandırdığı şahsiyet ve onuru onu inancından ve değerlerinden asla caydirma mış. Arkadaşı Zeyd de şehit edileceği zaman ona da “senin yerinde Muhammed (as) in olmasını istermisin? Dediklerinde Zeyd hiç tereddüt etmeden bırak benim yerimde olmayı şimdi bulunduğu yerde ayağına diken bakmasını asla istemem” diyerek ne kadar davasına sahip ve şahsiyetonuru sahibi olduklarını göstermişlerdir.


 

Mus'ab b. Umeyr de genç bir sahabi. Ailesinin durumu iyi olmasına rağmen Peygamberimize iman etmiştir. Hz.Peygamber efendimiz onu bir muallim olarak medineye göndermiş, dini mübini İslamı tebliğ etmiş davası uğruna, inandığı değerler uğruna ailesinin zenginliğini elinin tersiyle itmiştir. Uhud'da şehit edildiğinde kefeni olan kıyafetini başına çektiler ayakları açık kaldı.Ayaklarina çektiler başı açık kalmış. O Peygamber Efendimizin eğitiminden geçmiş onurlu ve şahsiyet sahibi bir mümin olarak yaşadı. Ailesinin zenginliğini elinin tersiyle itip, çileli ama bir o kadarda şerefli bir hayatı seçmiştir.Allah onlardan razı olsun.

Kıymetli Müminleri

İçinde bulunduğumuz mevsim hasat mevsimi. Bu münasebetle mümin olarak üzerimize düşen görevlerden biri de toprak mahsullerinin zekati olan öşürden bahsetmek istiyorum. Zira mümin hududullah içerisinde yaşamını sürdüren kimsedir.Yüce Rabbimiz elde ettiğimiz ürünlerin zekatı olan öşürü hak sahiplerine vermemizi emrediyor. O halde;

Öşür

Sözlükte onda bir anlamına gelen öşür, dinî bir kavram olarak, tarım ürünlerinden verilen zekât demektir. Tarım ürünlerinin zekâta tâbi oluşu Kurân ile sabittir.

Yüce Allah,

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan infâk edin.” (el-Bakara,2/267);

“Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-En'âm, 6/141) buyurmaktadır.

Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadis-i şerifte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile (masraf edilerek) sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî, Zekât, 55 [1483]) buyrulmuştur.

Kural olarak, sulanması masrafsız olan arazilerden elde edilen ürünün onda biri, masraf edilerek ve emek sarf edilerek sulanan arazilerden elde edilen ürünün ise yirmide biri öşür olarak verilir. Sulama ile birlikte, günümüz tarım şartlarının gerektirdiği gübre, ilaç ve mazot gibi masrafların öşür hesabında dikkate alınıp alınmayacağı tartışmalı bir konudur. Bu ilave masraflar üretimin maliyetinde önemli bir yekûn oluşturduğundan bunların öşür hesaplamasında dikkate alınması görüşü daha uygundur. Bu nedenle tarım ürünleri, sulama masrafları ve yukarıdaki ilave masraflar çıkarıldıktan sonra nisaba ulaşması hâlinde 1/10 oranında zekâta/öşre tabidir. Eğer masraflar çıkarılmadan verilecekse 1/20 oranında öşür verilir.

Tarım ürünlerinde nisap miktarı, buğday, arpa, mısır, pirinç gibi saklanabilir ürünlerde, beş vesktir. Bunun günümüzde kullanılan ağırlık birimi ile karşılığı, ürüne göre 653-1000 kg arasında değişmekte mesela buğdayda 653 kg'a tekabül etmektedir. Bunların dışındaki ürünlerin nisabında ise yukarıdaki maddelerden nisap miktarının değeri en düşük olanı esas alınır. Seralarda yetiştirilen ürünler için de aynı hükümler geçerlidir.

Türkiye’de tarlanın ekilmesi için başkasına verilmesi konusunda iki farklı uygulama vardır. Bunlardan birisi, tarlanın belli bir bedel karşılığında kiraya verilmesidir. Bu uygulamada tarla sahibi belli bir ücret alır, çıkan mahsulden hiçbir şey almaz. Diğer uygulama ise tarlanın ortaklık şeklinde verilmesidir. Bu uygulamaya bazı bölgelerimizde yarıcılık da denilmektedir. Bu uygulamada tarla sahibi belli bir ücret almamakta; çıkan mahsul, tarla sahibi ile yarıcı arasında anlaştıkları oranda bölüşülmektedir.

Kiraya verilen tarlanın öşrü, kiracıya aittir. Çünkü öşür; tarlanın değil, çıkan ürünün hakkıdır. Çıkan ürünün de tamamını kiracı aldığına göre öşrü vermek de ona düşer. Tarlayı eken kiracı, gübre, ilaç gibi ekstra masraflarla birlikte kira masrafını çıkardıktan sonra, geriye kalan ürün nisap miktarına (beş vesk / ürününe göre 653-1000 kg. arası, mesela buğdayda 653 kg.) ulaşırsa çıkan mahsulün öşrünü verir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/334-335; Karadâvî, Fıkhu’z-zekât, 1/400,402).

Yarıcılığa verilen tarlanın öşrünü de tarla sahibi ve kiralayan, hisseleri oranında verirler. Her biri, payına düşen ürünün, -nisap miktarına ulaşması durumunda- öşrünü verir (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 2/335; Karadâvî, Fıkhu’z-zekât, 1/398-399).

İyilikte bulunma, sıla-i rahim vb. düşüncelerle tarlanın, akrabalara veya fakir kimselere bedelsiz olarak verilmesi ise dinimizin teşvik ettiği bir davranıştır. Bu şekilde ödünç olarak verilen tarlanın öşrü tarlayı kullanana aittir. Tarla sahibinin herhangi bir yükümlülüğü yoktur (Karadâvî, Fıkhu’z-zekât, 1/398).

Genel ilke olarak insan emeği ile ve gelir sağlamak amacı ile yetiştirilen toprak ürünleri zekâta (öşre) tâbidir. Bu niteliklerde olmayıp, tabiatta kendiliğinden yetişen ağaç, kamış, ot ve benzeri şeyler için öşür gerekmez (Serahsî, el-Mebsût, 3/2; İbnü’l-Hümâm, Fethü'l-kadîr, 2/249). İnsanlar tarafından kazanç elde etmek üzere yetiştirilen kavak ve kamış gibi ürünlerden ise zekât gerekir.

Toprak ürünlerinin zekâta tâbi olması için üzerinden bir yıl geçmesi (havelân-i havl) şart değildir. Bir sene içinde kaç defa mahsul alınırsa her defasında hasat zamanı öşrü alınır

Sonuç olarak mümin

Allah'ın dinine sağlam bir iman ile inanmış, Sevgili Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmış sağlam karakterli davası uğruna taviz vermeden onurlu ve şahsiyetli bir yaşam sürmeli. İslamin değerlerini terk edip başka düşünce ve yaşam tarzını benimsememeli. Mümin yaşayış ve davranışı ile örnek olacak bir hayat yaşamalı. Başkaların yaşam tarzını ve ahlakının kendine yakışmayacağını bilerek, şahsiyetli ve onurlu bir hayat yaşamasıdır.Kisaca mümine yakışır bir kimse olmalıdır.

 


 

Erbil ATAÇ

Vaiz

Derince İlçe Müftülüğü