Kocaeli'de 30.08.2024 Cuma Vaazı
30.08.2024 cuma vaazı
DEĞERLERİN EN ÜSTÜNÜ OLARAK İMAN
Kasım Çelik
Aziz Müslümanlar!
Bugünkü sohbetimizin konusu olan İMAN’ı, Değerlerin En Üstünü Olarak İman başlığıyla huzurlarınıza getireceğiz inşaallah.
Çünkü
İman, İnsanın dünyada, uğruna en kıymetli varlığı olan canını ve canın yongası olan malını feda ettiği yegane değerdir.
İman, uğruna maddi manevi bütün varlığımızla mücadele ettiğimizde mücahit olduğumuz tek kıymettir.
İman, paha biçilemeyecek bir değerdir.
Hz. Mevlana'ya “aşk nedir diye sorulduğunda o büyük zat, ben ol da gör ki aşk nedir” diye cevap verirmiş.
Şimdi İman tam da böyle bir şeydir. İman insanın bütün kalbiyle, şeksiz-şüphesiz, gönüllü olarak kabul ettiği ve bağlandığı bir değerdir.
Mümin olmayan kişi müminin halini, Allah yolundaki fedakarlığın, Allah'a koşulsuz teslimiyetini anlayamaz. Hz. Bilal Habeşi kızgın çölde, güneşin altında kendisine yapılan işkencelere rağmen imanını terk etmemiş ve nasıl dayandığı sorulunca şöyle cevap vermiş;
“İmanın halaveti azabın acısıyla karıştı, imanın halaveti azabın acısına galip geldi ve böylece sabrettim.
İmanın tadını almak için de kalbin bozuk olmaması ve imanın doğru olması gerekir. İkisinden biri bozuk ise kişi tat alamaz.
Hz. Peygamber sav imanın tadı rıza makamından geçtiğini ve ezanların ardından da yapılmasını tavsiye ettiği bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:
Diğer bir hadisi şerifte ise Hz. Peygamber sav imanın tadına varabilmek için bir takım şartlardan bahsetmiştir. Şöyle ki;
İnsanı Allah’tan razı eden, Allah’ı da insandan razı eden yegâne değer imandır.
Allah’ın rızası her şeyden üstündür.
Allaha iman etmek; Allahın varlığını, birliğini, Onun eşi, benzeri, ortağı ve dengi hiçbir varlığın olmadığını3 bilerek tasdik etmek, bu bilgiyi ikrar etmek ve bu doğrultuda yaşamaktır.
Allaha iman, iman esaslarının temeli,4 bütün peygamberlerin ve Sevgili Peygamberimizin tebliğinin ortak çağrısı,5insanların İslâm hususunda davet edildikleri ilk esas, bir insanın yapabileceği işlerin en hayırlısıdır.6 Allaha iman aynı zamanda insanı yoktan var eden ve insana sayısız nimeti bahşeden Yüce Yaratıcının onun üzerindeki hakkıdır.7
Rasûlullah, imanın en üstün hâlini soran Muâz b. Cebele “İnsanları Allah için sevip, onlara Allah için buğzettiğinde, dilini Allahı zikirde kullandığında (iman en üstün hâle ulaşmış olur)” diyerek cevap vermiş, bunun üzerine Muâz, “Ey Allahın Resûlü, başka hangi hâllerde iman daha muteber olur?” deyince, Hz. Peygamber, “Kendin için istediğini insanlar için de istediğin, kendin için istemediğini onlar için de istemediğin zaman.” diyerek karşılık vermiştir. Ayrıca “Ey Allahın Resûlü, bana İslâm ile ilgili, hakkında başka kimseye soru sormama gerek kalmayacak bir şey söyle.” diyen Süfyân b. Abdullaha Peygamberimizin cevabı “Allaha iman ettim de, sonra dosdoğru ol.” şeklinde olmuştur.33
Hz. Peygamber (sav) bir yandan Allaha imanla hayatın tüm alanları arasında bağ kurarken, diğer yandan da Allah inancını en ufak şekilde de olsa zedeleyecek her türlü davranış, söylem ve eylemlerden insanları sakındırmıştır.
19. Allah’a ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir. (Hadîd, 57/19)
İman, Allaha ve Rasulullah’a itaat etmeyi gerektirir.
Peygamber Efendimiz de bir hutbesinde sarf ettiği şu sözlerle Allah ve Resûlüne itaatin vazgeçilmezliğine vurgu yapmaktadır:“… Kim Allaha ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allaha hiçbir şekilde zarar veremez.”
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde de, “... Size bir şeyi yasakladığım zaman ondan kaçının. Bir şey emrettiğim zaman gücünüzün yettiği ölçüde onu yerine getirin.” buyurmuş ve müminlerin Allaha itaatin yanında Onun elçisi olan Peygambere de itaatle yükümlü olduklarını Kuranı teyiden ifade etmiştir. Kuranda Peygambere itaat hep Allaha itaatin peşinden zikredilmektedir: “(Resûlüm) Allaha itaat edin, Peygambere itaat edin, de. Yüz çevirirseniz bilin ki, onun sorumluluğu ona; sizin sorumluluğunuz da size aittir. Şayet ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”
Allaha itaat onu bilmek ve tanımakla gerçekleşebilir. Onu bilmek ve tanımak ise Onun mesajına ulaşmakla mümkündür. Bu bağlamda insanlara Allahın mesajını ulaştıran Peygambere itaat de kulu, Allaha itaate yönlendirir.
İlâhî hitabın müminlerin kendisine itaat etmesini istediği Hz. Peygamber risâlet/peygamberlik döneminden önce de toplumda itibar sahibi, güvenilen ve insanlar tarafından sevilen bir şahsiyetti. Bu kabil özellikleri ve insanlık için numune-i imtisal olması itibariyle müminlerden Hz. Peygambere sadece itaat etmeleri istenmemiş, aynı zamanda imanın bir gereği olarak onu her şeyden ve herkesten çok sevmeleri de istenmiştir. Bir keresinde Ömer b. Hattâb (ra) Hz. Peygambere, “Ey Allahın Resûlü! Sen bana, canım hariç her şeyden daha sevimlisin.” der. Bunun üzerine Peygamberimiz ona, “Ey Ömer! Allaha yemin ederim ki, sen, beni canından daha fazla sevmedikçe olgun mümin olamazsın.” diyerek karşılık verir. Allah Resûlünden bu sözü duyan Hz. Ömer, “Vallahi şimdi sen bana canımdan daha sevimlisin.” deyince, Peygamber Efendimiz, “Şimdi imanın kemale ermiştir Ey Ömer!” buyurur. Bu meyanda, Allah Resûlünden, “Hiçbiriniz beni babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmaz.” sözünü işiten sahâbe-i kirâm, Allah Resûlüne sevgi, tazim ve itaatlerini, mallarını ve canlarını onun yolunda ortaya koyarak göstermişlerdir.
Hz. Peygamberin Allahtan aldığı nebevî öğretiler hususunda Müslümanlara muhayyerlik hakkı tanınmamış, inananlardan Peygambere tam mânâsıyla teslim olmaları istenmiştir.33 Bu bağlamda Allah Resûlüne itaat etmek, onun rızasına ve hoşnutluğuna ulaşmanın en değerli yoludur. Nitekim Huneyn Savaşı sonrasında yaşananlar, bu konuda etkileyici bir örnektir. Savaşta elde edilen ganimetlerin paylaştırılması esnasında Allah Resûlü, Mekkelilerden yeni Müslüman olanlara yüzer deve dağıtmaya başlayınca, Medineli Müslümanlardan bazıları rahatsız olmuş, bu dağıtımdan hoşnut olmadıklarını dile getirmişlerdi. Söylentileri duyan Hz. Peygamber ensarı bir araya topladı ve onlara, “Kulağıma gelen bu sözleriniz ne demek İlâhî hitabın müminlerin kendisine itaat etmesini istediği Hz. Peygamber risâlet/peygamberlik döneminden önce de toplumda itibar sahibi, güvenilen ve insanlar tarafından sevilen bir şahsiyetti. Bu kabil özellikleri ve insanlık için numune-i imtisal olması itibariyle müminlerden Hz. Peygambere sadece itaat etmeleri istenmemiş, aynı zamanda imanın bir gereği olarak onu her şeyden ve herkesten çok sevmeleri de istenmiştir. Bir keresinde Ömer b. Hattâb (ra) Hz. Peygambere, “Ey Allahın Resûlü! Sen bana, canım hariç her şeyden daha sevimlisin.” der. Bunun üzerine Peygamberimiz ona, “Ey Ömer! Allaha yemin ederim ki, sen, beni canından daha fazla sevmedikçe olgun mümin olamazsın.” diyerek karşılık verir. Allah Resûlünden bu sözü duyan Hz. Ömer, “Vallahi şimdi sen bana canımdan daha sevimlisin.” deyince, Peygamber Efendimiz, “Şimdi imanın kemale ermiştir Ey Ömer!” buyurur. Bu meyanda, Allah Resûlünden, “Hiçbiriniz beni babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmaz.” sözünü işiten sahâbe-i kirâm, Allah Resûlüne sevgi, tazim ve itaatlerini, mallarını ve canlarını onun yolunda ortaya koyarak göstermişlerdir.
Hz. Peygamberin Allahtan aldığı nebevî öğretiler hususunda Müslümanlara muhayyerlik hakkı tanınmamış, inananlardan Peygambere tam mânâsıyla teslim olmaları istenmiştir.33 Bu bağlamda Allah Resûlüne itaat etmek, onun rızasına ve hoşnutluğuna ulaşmanın en değerli yoludur. Nitekim Huneyn Savaşı sonrasında yaşananlar, bu konuda etkileyici bir örnektir. Savaşta elde edilen ganimetlerin paylaştırılması esnasında Allah Resûlü, Mekkelilerden yeni Müslüman olanlara yüzer deve dağıtmaya başlayınca, Medineli Müslümanlardan bazıları rahatsız olmuş, bu dağıtımdan hoşnut olmadıklarını dile getirmişlerdi. Söylentileri duyan Hz. Peygamber ensarı bir araya topladı ve onlara, “Kulağıma gelen bu sözleriniz ne demek oluyor?” diye sordu. Ensarın önde gelenleri, “Ey Allahın Resûlü, söz sahibi/aklı başında olanlarımız hiçbir şey söylemediler. Fakat yeni yetme gençler, Allah, Resûlullahı bağışlasın. Kılıçlarımızdan hâlâ onların kanları damlarken, bizi bırakıp Kureyşlilere veriyor. diye söylendiler.” diyerek Efendimize durumu arz ettiler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ben küfürden yeni kurtulmuş bazı insanlara onları İslâma ısındırmak için (bolca) verdim. Onlar ganimet mallarıyla evlerine dönerken, siz Allahın Resûlüyle evlerinize dönmeye razı değil misiniz? Vallahi sizin götüreceğiniz, onların götürdüklerinden çok daha hayırlıdır.” buyurunca, ensar, hep bir ağızdan, “Ey Allahın Resûlü! Bizler razıyız. ” diyerek cevap verdiler.
Peygamber Efendimize itaat etmek, onun yolundan gitmek, Kuranın ifadesiyle, Allahı sevmenin göstergesi, Allahın sevgisine mazhar olmanın ve günahların bağışlanmasının da ön koşuludur. Bunun için Allah Resûlüne itaat anlamına gelecek her türlü düşünce, inanç, söz ve davranış, Allahın sevgisine ulaşmanın vesilesi olacaktır. Bu bağlamda farz, vacip, nâfile olan ibadetler ve Allahın rızasını kazanmak amacıyla yapılan her türlü salih ameller de itaatin tezahürüdür.
Gönderiliş amacı ahlâk-ı hamîde yi en güzel şekilde öğretip, yaşayarak kemale erdirmek olan Peygamber Efendimizi örnek alan, onun işaret ettiği, uyguladığı, ifade ettiği, onayladığı erdem ve prensiplerle hayatını tezyin eden müminler de elbette güzel ahlâkla donanmış, Allah Resûlünün edep ve ahlâk elbisesini giymiş olacaklardır. Onun ahlâk elbisesini giymek ona itaat etmektir. Ona itaat etmek de Allaha itaat etmektir.47 Böylece Allah Resûlünü örnek alıp, yaşantısını onun hayat tarzına uyduran, onun yolunu izleyip, ona gönül veren, dolayısıyla Allaha itaat eden kişi Yüce Yaratıcının sevgisine nail olur. Böyle bir kişiyi Yüce Allah hem insanlara sevdirir, hem de kendisi severek himayesine alır.48 Burada kişiyi Rabbin rızasına ulaştıran husus, Allah Resûlünü bilinçsiz bir şekilde taklit etmek ve ona benzemeye çalışmak (teşebbüh) değil, bilinçli bir şekilde onu örnek almaktır.
Allaha itaat edip, Hz. Peygamberin rehberliğini/risâletini kabul eden, onu bilerek ve isteyerek örnek alan ve ona itaat eden herkes cennete girecektir. Ona isyan eden, itaatten kaçınan ve onun rehberliğini kabul etmeyenler ise hiçbir mükâfata nail olmayacaklardır. Bu noktada Allah Resûlü, “Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden de yüz çevirmiş demektir.” buyurmuştur.
Bugün maalesef İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı dinmiyor. Hâlbuki Kur’an müminler için “… İnanıyorsanız üstünsünüz.” (Âl-i İmrân, 3/139) demektedir. Bu ayetle mevcut durumu nasıl bağdaştırabiliriz?
Bazı ayetleri anlamanın en doğru yöntemi o ayeti iniş sebebiyle birlikte düşünmektir. Bu ayet de onlardan birisidir. Uhud Savaşı’nda İslam ordusunun yetmiş şehit vermesi ve müşriklerin şehitlere yaptıkları eziyetler Müslümanları üzüntüye boğmuştu. Bunun üzerine yüce Allah “Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139) buyurarak müminleri teselli etmiş ve onların ümitlerini tazelemiştir.
Nitekim Hz. Peygamber savaşın sebep olduğu olumsuz atmosferi kısa sürede dağıtan girişimlerde bulunmuştur. İlk olarak Uhud şehitlerinin şehre defnedilmesine izin vermemiş ve onların savaş yerinde defnedilmelerini emretmiştir. Yakınları tarafından şehre defnedilmek üzere götürülen bazı cenazelerin Uhud’a geri getirilmesini ve şehit edildikleri yerde gömülmesini istemiştir. Bunun hikmetlerinden birisinin psikolojik olduğu kanaatindeyiz. Zira şehit yakını savaşta kaybettiği akrabasını evinin civarına defnetseydi üzüntüsü bitmeyecek, öz güveni zayıflayacak ve belki de Mekkelilere hep kin besleyecekti. Dahası Medine’deki Yahudilerin psikolojik şiddetine maruz kalabilirlerdi. Hâlbuki savaşın kötü izleri silinmeli ve Müslümanlar hızlıca ayağa kalkmalıydı. Ayrıca Mekkeliler arasında ileride İslam’ı kabul edecekler olabilirdi. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.s.), Uhud şehitlerini savaş meydanında açtığı kabirlere defnetti. Şüphesiz bu uygulama şehitlerin unutulması anlamına gelmiyordu. Zira Peygamber (s.a.s.), her yıl Uhud’a giderek şehitlerin kabirlerini ziyaret ederdi. Onun bu uygulaması sahabe tarafından da sürdürüldü. Bugün de hac ve umre vazifesini yerine getirmek üzere kutsal topraklara gidenler, Uhud şehitlerini ziyaret etmektedirler.
Hz. Peygamber Müslümanları yeniden ayağa kaldırmak için bir hamle daha yaptı: Hamraülesed Gazvesi’ne çıkmak. Bu, Müslümanların gücünü göstermek ve düşmana meydan okumak adına önemliydi. Bu gazve, Uhud Savaşı’ndan cesaret alan Mekkeli müşriklerin Medine’ye baskın yapmasını engellemişti. Neticede İslam’ın nuru Uhud Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeye rağmen önce Arap Yarımadası’na, sonra tüm dünyaya yayıldı. Müslümanlar böylece erken dönemden itibaren inançları uğrunda sabırla mücadele ettiklerinde hep muzaffer oldular. Bugün de Müslümanlar aynı iman ve gayretle çalışırlarsa hak ettikleri yeri elde edeceklerdir.
Ayetin bağlamı dışında, dinde Müslümanlara vadedilen bir üstünlük var mıdır?
Din hiçbir zaman dünyevi zenginlik ve şatafat vadetmez. Dünyanın sefası da cefası da herkes için geçerlidir. Din, mensuplarına bu hususta bir ayrıcalık vadetmez. Allah, herkesin emeğinin karşılığını vereceğini haber vermiş ve mal mülk, makam ve zenginlik gibi dünyevi kazanımları insanın emeğine bağlamıştır (Necm, 53/39).
Dinin varlık sebebi insanlara dünya makamları kazandırmak değildir. Bilakis din, dünyada hayır ve selamet, ahirette cennet vadeder. Hayır, zenginlikte olabileceği gibi yoklukta da olabilir. Öyle ya az helal lokma çok haram kazançtan daha hayırlıdır. Müslümanlar, Allah’a samimi kulluk içerisinde azim ve gayretle çalışırlarsa hem dünyada adaletin ve refahın teminatı olurlar hem de ahirette cennete namzet olurlar.
Din, ilk insandan günümüze insanlara huzur ve saadetin yollarını göstermiştir. Sadece bununla kalmamış, adına “şeriat” dediğimiz çeşitli kurallar koymuştur. Tüm bu ilke ve kurallar dünya ve ahiret mutluluğunu temin içindir. Tevhide dayalı bir dünya görüşünün öğretilmesi, ibadetlerin emredilmesi ve kötülüklerin yasaklanması hep bu amaca yöneliktir. Peki, nedir bu mutluluk? Şüphesiz insanlar mutluluğu çeşitli şeylerde arayabilirler. Mutluluğu makam ve zenginlikte, iyi bir iş ve kariyerde, güzel veya şöhretli olmada arayabilirler. Ancak tüm bunlara dikkatle baktığımızda hepsinin geçici olduğunu ve çeşitli sorunları beraberinde getirdiklerini görürüz. Her birisi tıpkı ilaçların yan etkisi gibi muhtelif problemlerle birlikte gelir. Peki, din insana nasıl bir mutluluk versin ki onda kusur olmasın?
Dinde üstünlük meselesi hangi temelde gelişir?
Allah, insanları aynı özden yaratmış ve benzer sıfatlarla yeryüzünde hayat vermiştir. İnsanlar arasında doğuştan gelen hiçbir özelliği üstünlük sebebi kabul etmemiş, bu nedenle ırkçılığı şiddetle reddetmiştir. Eğer insan bir üstünlük arayacaksa bunun takvada olduğunu bilmelidir. Takva sorumluluk duygusunun getirdiği bir hassasiyettir. Takva sahibi olmak Rabbine samimi bir kul, anne babaya hayırlı bir evlat ve yakınlarına karşı duyarlı bir insan olmak, dinde ve örfte çirkin görülen davranışlardan sakınmaktır. Bu duyarlılığa sahip olan insan Allah katında ve insanlar nezdinde üstün bir mertebededir. Allah ondan razı olmuştur, o da Allah’ın, kendisine lütfettiği bu dünyadaki hayattan ve ahiretteki cennetten hoşnut olmuştur. İşte üstünlük buradadır.
Yararlanılan kaynaklar
(https://gecerken.com.tr/icerik.php?articleId=344. Erişim, 29.08.2024. 13:00 )
(https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=1.Erişim, 29.08.2024. 12:50)
Uzman Vaiz, Darıca Müftülüğü, Kocaeli