17.04.2020
DOSTLUK(KİŞİ DOSTUNUN AHLÂKI ÜZEREDİR)
İki insan arasında sıradan bir ilişkinin çok ötesinde derin bir sevgi ve saygıyı ifade eden dostluk, insan olmanın bir gereğidir. Allah Rasûlü,
“Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.” (İbn Hanbel, II, 400.) buyurmuştur.
Bununla birlikte,
“Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45.) uyarısıyla arkadaş seçiminde dikkatli davranılmasını tavsiye etmektedir.
Dostların birbirlerini hem düşünce hem de davranış bakımından etkileyeceğini vurgulayan bu ifade, Kur'an'da da pekiştirilmektedir. Kıyamet gününde gerçeklerle yüzleştiğinde, sıkıntıdan ellerini ısıran kâfir,
“Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur'an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı.”(Furkân, 25/28-29.) sözleriyle pişmanlığını ortaya koyacaktır.
Kutlu Nebî, arkadaşın kişi üzerindeki etkisini, dolayısıyla iyi arkadaşın önemini bir örnekle anlatmıştır:
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın örneği, misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın. Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın!” (Müslim, Birr, 146.)
İnsanların hayat tarzını, hayata bakışını hatta dinini belirleyebilecek olan dostluklar, zarara sürüklenmeden güven verici bir alanda yeşersin diye Yüce Rabbimiz,
“Müminler, müminleri bırakıp inkâr edenleri dost edinmesinler.” (Âl-i İmrân, 3/28.) emrini vermektedir.
Sevgili Nebî'nin,
“Sadece müminle arkadaş ol! Yemeğini de ancak takva sahibi olan yesin!” (Tirmizî, Zühd, 55.) uyarısı, bu noktada son derece etkileyicidir. Çünkü gönül birliği etmek, ahbaplığın tadına varmak ve aynı sofrayı paylaşmak, iki insanı birbirine daha da sıkı bağlayacaktır. Ama bir mümin, böylesine hassas ve değerli bir bağı ancak inancını destekleyen kimselerle kurabilir:
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soyları olsalar bile, Allah'a ve Peygamberi'ne düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin...” (Mücâdele, 58/22.)
Dinimizde gerçek dostlukların Allah'ın varlığını ve birliğini kabul eden ve Allah korkusuyla kalbi titreyen insanlarla kurulması önerilmektedir.
“Eğer Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” (Maide,5/81) âyeti aksi davranışı sergileyenleri fâsıklıkla suçlamaktadır.
Yüce Rabbimizin,
“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine, 60/1.) buyruğu, tercihi müminlerden yana koymakla birlikte farklı inanç sahiplerini dışlamayı hedeflememektedir. Ancak Müslümanlara karşı tavır alanlar, hem Allah'a hem de müminlere düşmanlık yapanlar, bu duruşlarını değiştirmedikleri sürece dostluk ve barış şansını yitirmişlerdir.
Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine, 60/9.)
Sevgili Peygamberimiz, menfaat gözetmeksizin Allah için birbirlerini seven ve samimi duygularla oturup kalkan insanlara, hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde Allah'ın arşı altında gölgelenecekleri (himaye edilecekleri) müjdesini vermiştir.
Diğer yandan Peygamberimiz, insanlarla olan dostluğundan bahsederken, tebliğinin ilk günlerinden itibaren onu yalnız bırakmayan hicret arkadaşı Hz. Ebû Bekir'den, “kardeşim ve arkadaşım” diye bahsetmiştir. Canı ve malıyla kendisine en fazla yardımda bulunan kimsenin Hz. Ebû Bekir olduğunu belirtirken,
“Birini dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir'i tercih ederdim. Ancak İslâm kardeşliği daha faziletlidir.” (Müslim Fedâilü’s-sahâbe, 2.) beyanıyla, toplumsal duyarlılığı artırmayı ve kaynaşmayı sağlamayı amaçlamıştır.
Dostluk, karşılıklı saygı ve değer vermeyle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, kadim zamanlardan beri söylenen, “Senin kendisine verdiğin değeri sana vermeyen insanların sohbetinde hayır yoktur.” vecizesi unutulmamalı, dost edinirken dikkatli ve seçici davranılmalıdır.
İlişkilerini, hoşgörü, nezaket ve güler yüzlülük üzerine kuran Allah Resûlü, kişinin mümin kardeşine tebessümünü bile sadaka olarak nitelemiş, bir dostluğun nasıl kurulup sürdürülebileceğinin en güzel örneklerini kendi hayatında sergilemiştir.
Nitekim Müslüman olduktan sonra Peygamberimiz ile ne zaman görüşmek istese reddedilmediğini belirten Cerîr b. Abdullah, “O, beni her gördüğünde mutlaka yüzüme gülümserdi.” demektedir.
Bir defasında da Allah Resûlü, dostluğun kurulması ve sürdürülmesi için gerekli olan özverili davranışları şöyle sıralamıştır:
“Üç haslet vardır ki onlar kimde bulunursa Allah onun hesabını kolaylaştırır ve onu rahmetiyle cennetine sokar.” Meraklanan ashâbı,
“Bunlar nedir yâ Rasûlallah?” diye sorduklarında Peygamberimiz,
“Sana vermeyene vermen, sana zulmedeni affetmen ve sana gelmeyene gitmendir.” der.
“Bunları yaptığımda elde edeceğim şey nedir?” diye soran sahâbîye ise
“Kolayca vereceğin bir hesap ve Allah'ın rahmetiyle cennete girmen.” diye cevap verir.
Allah nezdinde en makbul olan arkadaşın, arkadaşına karşı en iyi davranan kimse olduğunu belirten Sevgili Peygamberimiz,
“Bir kimse biriyle arkadaşlık kuracağı zaman ona ismini, babasının ismini ve kimlerden olduğunu sorsun. Çünkü bu, dostluğu pekiştirir.” (Tirmizî, Zühd, 53.) tavsiyesinde bulunmaktadır.
Bir gün yanı başındaki İbn Ömer'e, kendisinden bir şeyler isteyen kişiyi tanıyıp tanımadığını sormuş, İbn Ömer'in, “Tanıyorum.” demesi üzerine ismini öğrenmek istemiştir. Ancak İbn Ömer, “İsmini bilmiyorum.” diye cevap vermiş, Peygamberimiz, “Evi nerededir?” diye sorduğunda da bilmediğini söylemiştir. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Bu, tanıma değildir.” demiştir. Zira söz konusu bilgiler, bir arkadaştan haber alınamadığında soruşturmayı, hasta olduğunda ziyareti, vefat ettiğinde de cenazesine katılmayı mümkün kılacak en önemli verilerdir.
Dostsuz hayat, desteksiz, dayanaksız ve sırdaşsız hayattır. Ev almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de arkadaş edinilmesi tavsiyesine uyan kişi, hayatta karşılaşacağı olumsuzlukları yapayalnız üstlenmekten kurtulacaktır. Diğer taraftan, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan dostlukların sürdürülmesi, yeni dostluklar oluşturulmasından daha önemli görünmektedir. Bu bağlamda Hz. Ömer, bir kimseye sevdiği ismiyle hitap etmenin, geldiğinde ilgilenip ona yer açmanın ve karşılaşıldığında selâm vermenin dostlukları pekiştireceğine ve sürekli kılacağına dikkatleri çekmektedir.
Dostluğun sadece iki kişi arasında sınırlı kalmayıp aileleri de kuşatacak kadar güçlenip kalıcı olmasını sağlamak düşüncesiyle Sevgili Peygamberimiz, kişinin baba dostuna yaptığı iyiliği, “iyiliklerin en iyisi” olarak nitelendirmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber'in bu beyanını kendisine ilke edinen Abdullah b. Ömer, Mekke yolunda karşılaştığı bir bedevîyi kendi bineğine oturtmuş ve başındaki sarığı da ona giydirmişti. Çünkü bu bedevînin babası Hz. Ömer'in arkadaşıydı. Yanında bulunanlardan biri, “Bu adama iki dirhem para versen ona yetmez miydi?” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer Allah Rasûlü'nün şu sözlerini nakletti:
“Babanın dostunu gözet, onunla ilgini kesme. Yoksa Allah senin nurunu söndürür.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 29.)
Baba dostluklarının sürdürülmesini arzu eden Hz. Peygamber, dostluk ve kardeşliğe zarar verecek hâl ve hareketlerden de uzak durulmasını talep etmektedir. Nitekim o,
“Kardeşinle tartışmaya girme, onunla (incitici biçimde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî, Birr, 58.) uyarısında bulunmuş, üç kişi bir arada bulunurken birini yalnız bırakıp da diğeriyle özel olarak konuşmayı da incitici olabileceğinden dolayı yasaklamıştır.
Allah Resûlü, bir şekilde dostlar arasında kırgınlık oluştuysa muhabbet bağının zedelenmemesi için küskünlüğün üç günden fazla sürdürülmemesini söylemiş, hatta barış için ilk adımı atanı övmüştür.
Emek verilmeyen, uğrunda fedakârlıklar gösterilmeyen birliktelikler, arkadaşlık olarak görülse de kalıcı dostluklara dönüşme imkânı bulamamaktadır. Bu nedenle dostluk, tanış olmakla başlayan, ancak tanıdıkça kaynaşan ruh hâlini ifade eder.
Nitekim Hz. Peygamber de
“Ruhlar, bir araya gelmiş topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşır, uyuşamayanlar da anlaşamaz ayrılır.” (Müslim, Birr, 159.) ifadeleriyle ruhları bir topluluğa benzetmekte, birbirleriyle tanışıp uyuşanların kaynaştığına, birbirlerini tanımayanların ise birbirlerinden koptuklarına dikkatleri çekmektedir.
Tanımak ve tanışmak, zorlukların ve anlaşmazlıkların yaşandığı dönemlerde, iplerin gerildiği anlarda anlam kazanır. Bu süreci başarıyla atlatan kalpler, kalıcı dostluklara imza atmaktadır. Ancak dostluğu tecrübe edecek kadar zamana, dostun ahlâk ve karakterinin ortaya çıkmasına imkân verecek kadar da vesileye ihtiyaç duyulacaktır. Bununla ilgili güzel bir örnek, Hz. Ömer ile şahitlik yapmak isteyen biri arasındaki konuşmada geçmektedir:
Hz. Ömer, ilgilendiği bir davada şahitlik yapacak kişiye, “Seni tanımıyorum, gerçi seni tanımamam şahitliğine engel değil ama yine de seni tanıyan birini getir.” der. Orada bulunanlardan biri, “Ben bu kişiyi tanıyorum.” diye konuşmaya katılır. Hz. Ömer ona dönerek, “Nasıl bilirsin?” diye sorduğunda, “Adil ve şerefli biri olarak bilirim.” diye cevap verir. Ancak bu kısa cevapla yetinmeyen Hz. Ömer sormaya devam eder: “Gecesini gündüzünü, gelenini gidenini bildiğin yakın komşun mu?” Karşısındaki kişi, “Hayır.” diye yanıtlar. “Dinî hassasiyetini ortaya koyan ticarî bir ilişkiniz oldu mu?” diye sorduğunda adam, “Hayır.” diye yanıtlar. “Güzel ahlâkını belirgin bir şekilde gördüğün bir yolculuğunuz oldu mu?” sorusuna tekrar, “Hayır.” cevabını alınca Hz. Ömer, “Sen onu tanımıyorsun.” diyerek tanımanın göz aşinalığından farklı bir şey olduğuna dikkat çeker. Ardından da şahitlik yapacak kişiye dönerek, “Git, seni tanıyan birini getir.” der.
Sırdaş olmayı, dayanışmayı, fedakârlığı ve vefayı içinde barındıran dostluk, kişinin kimliğini ve duruşunu da ifşa etmektedir. Hz. Peygamber,
“Mümin, müminin aynasıdır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49.) buyururken, genelde müminlerin, özelde ise dostların benzeşmelerine, birbirlerinde kendilerini görmelerine dikkat çekmektedir.
Nitekim tecrübenin ortaya çıkardığı, “Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” özdeyişi de arkadaşların benzeşmesinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber'in,
“Kişi dostunun dini üzeredir.” ( Tirmizî, Zühd, 45.) hadisi de dinî ve kültürel kimliğe atıfta bulunmaktadır. Müminlerin dostlukları Allah içindir, Allah'tan korkanlarladır. Zira,
“Gerçek dost, Allah'tır.” (Şûrâ, 42/9.)
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
DOSTLUK