DUA
KULLUĞUN ÖZÜ
“Kulluğun özü” olarak nitelendirilen dua hakkında Yüce Rabbimiz,
“Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60.) buyurarak müminin kendisine yönelmesine her an karşılık vereceğini hatırlatır.
Zira dua insanın varoluş nedenidir. Kul, duası sayesinde Allah katında değer kazanır. Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur: “(Resûlüm!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân, 25/77.) Ancak Allah'ın, rahmetinin eseri olarak kullarına sunduğu öyle zaman ve mekânlar vardır ki, bunlar müminin dualarının kabulü ve günahlarından arınması için birer fırsattır.
Allah’a yönelinecek özel zamanlar:Câhiliye döneminde insanları sapıklık içinde gören, putlara tapmanın boş ve bâtıl olduğunu düşünen Amr b. Abese, fıtratı bozulmamış, kalbinin sesini dinleyen, sağduyulu bir kimseydi. Amr, Mekke'de daha önce duyulmamış birtakım haberler veren bir şahsın varlığını işitmişti. Bu haber üzerine Mekke'ye gitti. İslâm davetinin gizliden gizliye yapıldığı, bi'setin ilk yılları idi.
Mekke'de Allah Rasûlü'nü soran Amr'a, onu (sav) ancak Kâbe'nin yanında, gece görebileceği söylendi. Gece olduğunda Amr, Kâbe ile örtüsü arasında gizlenip Allah Rasûlü'nü beklemeye başladı. Gecenin bir vakti kulağına gelen ses, Kâbe'yi tavaf eden Hz. Peygamber'in sesi idi. Amr, Hz. Peygamber'in yanına gidip ona kim olduğu, Allah'tan ne mesaj getirdiği, risâletine kimlerin inandığı hakkında sorular sordu. Sevgili Peygamberimiz de ona kendisinin Allah'ın Nebîsi, getirdiği mesajın:
“Akrabaya yardım etmek, putlara tapmamak, sadece Allah'a kulluk etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak” olduğunu, (şimdiye kadar) kendisine inanan bir hür (Ebû Bekir) ve bir köle (Bilâl) bulunduğunu söyledi.
Amr b. Abese bu görüşmede Allah Rasûlü'ne tâbi olduğunu bildirmiş ve Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber ise ona, “Sen bugün bunu yapamazsın. Benim hâlimi ve ortalığın hâlini görmüyor musun? Şimdi ailene dön ve benim meydana çıktığımı duyduğunda hemen yanıma gel.” tavsiyesinde bulunmuştu.
Amr, Allah Rasûlü'nün bu sözüne uyarak ailesinin yanına döndü. Yıllar sonra Kutlu Nebî'nin hicret ettiğini duyunca Medine'ye gitti. Orada Hz. Peygamber ile görüştüğünde ona, “Beni tanıdınız mı?” diye sordu. Allah Rasûlü onunla Mekke'de görüştüklerini söyledi.
Soru sormaya meraklı bir tabiatı olan Amr b. Abese, ilkinde olduğu gibi bu görüşmesinde de Allah Rasûlü'ne namaz, abdest ve gusül hakkında sorular sormaya başladı. Sorduğu sorulardan biri de üzerinde önemle durulması gereken bir vakit olup olmadığı ile ilgiliydi: “Ey Allah'ın Rasûlü! Vakitler içerisinde Allah'a daha yakın olunacak bir an var mıdır? İbadet için tercih olunacak bir saat var mıdır?” sorusuna Rasûlullah (sav), “Evet” diye cevap verdi ve şöyle devam etti:
“Kulun, Allah'a en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah'ı zikredenlerden olmak istersen ol. Çünkü güneş doğuncaya kadarki o vakitlerde kılınacak namaza melekler gelir ve özellikle şahitlik yaparlar.”
Allah Rasûlü'nün Amr b. Abese'ye verdiği bu cevap, aslında Allah'ın kullarına rahmetinin ifadesidir. Onun (sav) bildirdiği gibi, Allah, kullarının kendisine yönelebilecekleri özel zamanlar bahşetmiştir.
İşte Allah Resûlü, Amr b. Abese'ye bu özel zamanlardan birini haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce Rabbimizin, “Onlar (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.”(Zâriyât, 51/18.) âyeti ile haber verdiği seher vakti, Allah ile kulunun buluştuğu bu özel vakitlerdendir. Allah Resûlü bu vakti değerlendirmek üzere geceleri teheccüd namazı için kalkıp dua ederdi. Yüce Rabbimiz özellikle Sevgili Peygamberimize gece yarısı ibadetle meşgul olmasını tavsiye etmişti. Vahyin başladığı dönemlerde Cebrail, Efendimize gelmiş ve şu ayetleri getirmişti:
“Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısında kalk. Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur'an'ı tane tane oku.” (Müzzemmil, 73/2-4.)
Sevgili Peygamberimiz ashâbını da bu vakitlerde ibadet ve duaya teşvik ederdi. Nitekim Câbir'in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü şöyle buyurmuştu:
“Gerçekten gecede öyle bir an vardır ki Müslüman bir kimse o âna rastlar da Allah'tan dünya ve âhiret işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu, her gece (böyle)dir.”
Bir başka sefer de Peygamber Efendimize, “Yâ Resûlallah, hangi dua daha çok kabule şayandır?” diye sorulmuş, Allah Resûlü,
“Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasından yapılan dualar.” diye cevap vermişti. Bu sözleriyle o, farz namazlardan sonra yapılan duaların önemine de dikkat çekiyordu. Farz namazlarını kaçırmayarak Allah'a itaatini ifade eden insana, Rahmân ve Rahîm olan Allah'tan bir müjde veriyordu. Sadece Allah emrettiği için O'nun huzurunda secdeye kapanıp boyun eğen ve sonrasında ellerini açıp isteklerini arz eden kulun duası, kabule şayan dualardandı.
Allah'ın gece vaktinde dualara icabet etmesi, isteyene istediğini vermesi, tevbe ve istiğfar edeni bağışlaması, rahmet ve bereketinin bir tecellisi olarak yeryüzüne inmesi şeklinde bir benzetmeyle ifadelendirilmiştir.
Rivayetlerde gecenin yarısı, üçte biri, son kısmı şeklinde birbirinden farklı zaman dilimlerinin ifade edilmesi, faziletin bütün geceye şamil olduğu ve insanın durumuna göre hareket edebileceği bir genişliğin bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Peygamberimiz her vesile ile rabbine olan bağlılığını tazelerdi:
Dua, sevgililer sevgilisi Peygamberimizin bütün hayatını kapsıyordu. O (sav), dua ile yatar, dua ile kalkardı. Allah'ın yarattığı her şeye karşı nimet ve şükür içerisindeydi. Bu şükrünü asla gizlemezdi. Karşılaştığı tabiî olaylar karşısında bile dudaklarından dua eksik olmaz, her vesile ile Rabbine olan bağlılığını tazelerdi.
Sevgili Nebî özellikle sabah ve akşam vakitlerinde dua ederdi. Bu vakitlerde çoğunlukla o vakte uygun içerikte dualar eder ve âdeta duaları ile o vakitleri vesile kılarak tüm hayatı anlamlandırırdı. Meselâ, hayatın âdeta yeniden dirilişini ifade eden sabah vaktinde,
“Allah'ım! Senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz... En son dönüşümüz sanadır.” diye dua etmeyi tavsiye ederdi.
Akşam olunca da,
“Rabbim, bu gecede olanların ve sonrasında olacakların hayrını senden dilerim. Bu gecede olanların ve daha sonrasında olacakların şerrinden de sana sığınırım. diye dua ederdi.
Başka bir rivayete göre de yatacağımız zaman,
“Yâ Rabbi! Senin adınla yatar ve senin adınla kalkarım. Eğer canımı alırsan ona rahmet et. Eğer onu serbest bırakırsan salih kullarını nasıl koruyorsan onu da öyle koru.” diye dua etmemizi istemişti.
Allah'ın Dualara İcabet Saati:
Her ânını dua ile süsleyen Sevgili Peygamberimiz, Allah ile kulu arasındaki bağın daha da güçlü olduğu özel zamanlarda yapılan duaya, kulluk ve ibadete daha da önem verir, bütün samimiyetiyle Rabbine yönelirdi. Söz gelimi, onun bildirdiğine göre, ezan ile kâmet arasındaki vakit, duaların geri çevrilmeyeceği vakitlerdendi. O (sav), Allah'ın dualara icabet saati olduğunu bildirirdi. Hatta bu vakitlerde söz ve isteklere dikkat etmeleri konusunda ashâbını uyarırdı. Zira bu vakitlerde, beddualar bile kabul olunabilirdi. Câbir b. Abdullah, Resûlullah'ın bu konuda şöyle buyurduğunu bildirmişti:
“Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyiniz. Olur ki, Allah'tan istenilenlerin ihsan edildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dilediğinizi kabul ediverir.”
Peygamberimizin ifadesi ile üzerine güneş doğan en faziletli gün ise, cuma günüdür. Hz. Peygamber (sav) cuma günü duaların kabul olunacağı vakti şöyle haber verir:
“Onda öyle bir an vardır ki şayet bir Müslüman namaz kılarken o âna rastlar da Allah'tan bir şey isterse Allah, ona dilediğini mutlaka verir.”
Bu vakit gizli olmakla birlikte bir rivayete göre hutbe ile namaz arasındaki zaman dilimidir.
Dua ile zaman ve mekân arasında iki taraflı bir ilişkiden söz edilebilir. Duayı kabule şayan kılan mübarek zaman ve mekânlarla, dua ile anlam kazanan ve insanın ruhunun bütünleştiği zaman ve mekânlar... Kutlu Nebî duayla zaman ve mekânı âdeta ilmik ilmik dokurdu. İnancını zamana ve mekâna âdeta nakşederdi. Çünkü insan duayla zamana ve mekâna ruh verir.
Allah Resûlü duaların kabul olduğu zaman dilimleri ile birlikte bazı özel mekânlarda yapılacak duaların da daha faziletli olduğunu bildirir.
Bu mekânlardan biri, şehirlerin anası, bütün müminleri bir araya toplayan ve hac ibadeti için seçilen mukaddes belde Mekke'dir. Kâbe, Arafat ve Mekke, tarih boyunca birçok peygambere şahitlik etmiş mukaddes mekânlardır.
Müslümanlar için bir diğer özel mekân ise Medine'dir. Hz. İbrâhim Mekke için dua ettiği gibi, Sevgili Peygamberimiz de Medine'nin bereketli olması için dua etmiştir. Ebû Hüreyre anlatıyor: “İnsanlar turfanda meyveyi gördüklerinde Resûlullah'a (sav) getirirlerdi. (Bir keresinde) o, meyveyi eline alınca, 'Allah'ım! Meyvelerimizi bize bereketlendir. Medine'mizde bize bolluk ver, bize bereketler ihsan eyle. Allah'ım! Şüphesiz ki İbrâhim senin kulun, halîlin ve peygamberindir. Ben de senin kulun ve peygamberinim. O Mekke için sana dua etti. Ben de Medine için sana dua ediyorum. Onun Mekke için senden talep ettiğinin benzerini ve bir misli fazlasını senden talep ediyorum.' buyurdu.” Böylece Medine de Mekke gibi bütün Müslümanlar için duaların kabul edildiği ve ibadetlerin daha faziletli sayıldığı bir mekân olarak kabul edildi.
Müslüman bireyin hayatına farklı bir anlam katan tüm bu zaman ve mekânların değeri, Yüce Yaratıcı ile insanlığın buluşmasına yaptıkları tanıklıkla ortaya çıkmıştır aslında. Kulun Rabbi ile buluşması olan dua ise, bu zaman ve mekânlarda yapıldığında farklı bir mahiyete bürünür. Duanın zaman ve mekân ile ilişkisi sayesinde mümin, varlıkla bütünleşir, tüm evrenle anlamlı ve derin bir bağ kurar. Dua eşliğinde her ilmiği samimiyet, huzur ve inanç ile örülen zaman ve mekân, mümine daha anlamlı bir hayat sunarak onu daima güvenli ve diri tutar. O hâlde mümin, Rabbi ile arasındaki bu bağı kuvvetlendirmek için kendisine bir fırsat olarak sunulan zaman ve mekânları değerlendirmeli ve bu sayede kulluk bilincini canlı tutmalıdır.
KAYNAK: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan : Erhan YILMAZ İL VAİZİ