MUKADDESATA SAYGI (KUR’AN’A SAYGI)
Diyanet İşleri Başkanımız sayın Prof. Dr. Ali Erbaş, Kur’an-ı Kerim’i hedef alan saldırılar hakkında, sosyal medya hesaplarından şu açıklamalarda bulundu:
“İsveç’in ardından Hollanda’da kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i hedef alan aşağılık bir saldırıya daha şahit olduk. ‘Özgürlük’ kisvesi altında Avrupa kentlerinde hortlamaya başlayan İslam düşmanlığı sadece Müslümanları değil, toplumsal barışı ve tüm insanlığı da hedef almaktadır.
Avrupa’nın göbeğinde işlenen bu nefret suçlarına yetkili makamlar tarafından hiçbir şekilde tepki gösterilmemesi, aksine bu eylemlere izin verilmesi, Avrupa’yı ortaçağ karanlığına yeniden götürme çabasından başka bir şey değildir.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yönelik gerçekleştirilen bu aşağılık saldırıları en güçlü şekilde lanetliyor, yetkili makamların faillere yönelik gerekli işlemleri yapmasını ve bu hadiselerin tekrarının önlenmesi amacıyla somut tedbirlerin hayata geçirilmesini bekliyoruz.” diyerek İslam dünyasının ve vicdanları kararmamış insanlığın ortak sesi olmuştur.
Aslında haçlı zihniyetine sahip kimi batılılar İslam, Kur’an ve peygamber düşmanlıklarını zaman zaman farklı şekilde ortaya koymaktadırlar. İsveç ve Hollanda’daki menfur ve aşağılık saldırı ilk olmadığı gibi, böyle giderse son da olmayacaktır. Aynı zamanda saldırganlara yetkililer tarafından engel olunmadığı gibi, çeşitli özgürlükler bahanelerinin arkasına sığınarak koruma yoluna gidilmektedir. Bu tutum, insanlık ailesinin geleceğini ciddi bir şekilde tehdit etmektedir. Buna “dur!” demeleri gereken batılı yetkililer, tabiri caiz ise ‘ipe un sermektedirler. Ama unutulmasın ki, besledikleri yılan bir gün döner kendilerini sokar. Batının tarihinde, yıllardır süren kanlı mezhep savaşlarını buradan bu vesile ile hatırlatmak isterim.
Konunun bir başka yönü ise; mukaddes değerlere yapılan saldırılar karşında, Türkiye’nin dışında 56 İslam ülkesi içerisinde gerekli tepkiyi koyan, sesini ve sözünü yükselten maalesef olmuyor. Kur’an’a ve Peygamberimize saldıranlar da çok iyi biliyorlar ki, yaptıkları şeni işlerden en çok Türkler rahatsız olurlar. Çünkü insanları en çok rahatsız eden hususlar, en çok değer verdiği şeylere saldırılmasıdır. Bunu bilen batılılar da bizim milli ve manevi değerlerimize bundan dolayı saldırmaktadırlar.
“Batı” kavramı içerisine giren ülkelerden zaman zaman; vatanımıza, milletimize, bayrağımıza, Kur’an’ımıza ve Peygamberimize karşı saldırılar bize çok tanıdık geliyor. Bundan 1400 yıl önce Hz. Peygamber (sav)’e ve Kur’an’a yapılan saldırılar birbirlerine çok benziyor. Malumunuz Kâbe’yi yıkmak ve Hz. Peygamber (sav)’i ortadan kaldırmak dahil her şeyi yapıyorlardı. Kur’an’ın eşsiz kelamını dinlememek için gürültü çıkararak Mekke halkının duymasını engellemeye çalışıyorlardı. Tarih; bunu yapanlara cahiller, bu döneme de Cahiliye dönemi adını koymuştur. Kendilerini medeniyetin beşiği olarak ifade eden kimi batılıların, 14 asır önceki cahiliye döneminden ve Mekke müşriklerinin yaptıklarından ne farkı var?
Buradan hareketle biz mü’minlere düşen görev; bir olmalıyız, beraber olmalıyız, güçlü olmalıyız ve milli ve manevi değerlerimize bilinçli bir şekilde sahip çıkmalıyız.
KUR’AN- KERİM
Kur’an, Allah tarafından, ilk muhatabı olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e insanlık için gönderilmiş bir hidayet, bir ışık, bir burhan ve bir rahmettir. Muhatabı ise biz insanlardır. Bu nedenle “İnsan ve Kur’an, ikizdir." sözü söylenmiştir.
"Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e indirilen, Mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır."(T.D.V.İslam Ansiklopedisi c.26/383,Kur’an Md.)
İçinde bulunduğumuz çağda seküler bir anlayışın hâkimiyeti altında, modernitenin esiri olmuş, manevi ve ahlakî değerlerin yozlaştığı, sonu gelmez heveslerin bütün hayatımızı ve geleceğimizi kuşattığı bir dönemde, Rabbimizin rahmet yüklü mesajı Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamaya, bunun için de onun değerlerini yaşamaya, yaşatmaya ve bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in örnek hayatını ve ahlakını da rehber edinmeye ihtiyacımız büyüktür. Çünkü Allah kelamı Kur’an ve Kur’an-ı Kerimin yaşanmış hali sünnet, bize kendimizi, Rabbimizi ve kâinatı tanıtmış, 14 asırdır doğru yolu göstermiş, dünya hayatının engebeli yolculuğunda bizim dimdik ayakta durmamızı ve dosdoğru yol üzere yürümemizi sağlamıştır. Bu vesileyle herkesi, “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" (Kamer, 17) ilahî daveti çerçevesinde Yüce kitabımızı okumaya ve anlamaya davet ediyorum.
Peki, yaşadığımız hayata baktığımızda Kur’an’ın yeri neresidir? Aileden eğitime, toplumsal olaylara kadar bizim gündelik tüm eylemlerimizde Kur’an’ın konumu nerededir? Onu hiç okur muyuz? Ya da ne kadar okuruz? Nerede ve hangi zamanlarda ve kimler için okuruz? Onu niçin okuruz? Hiç onu kendimiz için okuduk mu? Onu hangi amaçla okumaktayız? Bu ilahî vahiyle yüzleşmeyi hiç denedik mi? Onu ne kadar tanıyoruz? Tanınmayan bir şey ne kadar anlaşılır ve ne kadar sevilir? Evet, bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Fakat önemli olan bu sorulara vereceğimiz cevaplardır.
Hz. Peygambere inmeye başladığı ilk andan itibaren muhataplarını okumaya, düşünmeye ve yaşamaya sevk eden Kur’an, hayatımıza rehber olmakta, tüm insanlığı hak ve hakikate çağırmaktadır. Kur’an-ı Kerim kendi ifadesiyle; “Tâ. Hâ. Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik”.(Tâhâ 1-3) “Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür”.( Âl-i İmran, 138) Görüldüğü gibi Kur’an; insanlığa yük ve sıkıntı olsun diye değil, doğru yola kılavuzluk etmek, ümit vermek, huzur ve mutluluk kazandırmak üzere öğüt, uyarı ve rahmet olarak gönderilmiştir. İnsanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunun yegâne kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bunun için rahmettir, şifadır ve aydınlıktır. Ancak burada şu tespiti de yapmak durumundayız; genelde dünya Müslümanları arasında ve özelde ise ülkemizde, yüce Kitabımıza karşı göstermiş olduğumuz zahiri anlamda inanç, hürmet, saygı ve ilgiye paralel bir duyarlılıkla anlaşılıp kavrandığından, inanç ve amellerimize hakkıyla yansıdığından söz etmek ne yazık ki zordur. Din ve dindarlık anlayışımız içerisinde Kur’an-ı Kerim’le olan bağımızı genelde duygusal düzeyde kaldığını görüyoruz. Hâlbuki dünya ve ahiret mutluluğumuz için, sadece duygusal bağlılıktan ziyade, tamamına itirazsız iman, doğru bilgi, erkânı ile amel ve ahlakî değerlerin de yaşanması hayati bir önem arz etmektedir.
Kâinatta var olan her şey bir amaç için yaratılmıştır. İnsanın da bu hayatı yaşamasının bir gayesi ve amacı vardır. O da kulluktur. Ayette bu husus, “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56) ifadesi ile yerini almıştır. Bizlerin hiç ama hiç unutmaması gereken bir diğer hakikat, bu hayatın sonunda yine Rabbimize döneceğimiz gerçeğidir. O’na geri döndüğümüzde ise, bize soracağı en başta gelen sorulardan birisi de hiç şüphesiz, gönderdiği kitabı ile bağımızın ne olduğu sorusu olacaktır.
Allah Resulü, hayatı boyunca başta kendisi olmak üzere bütün ümmetini onun rehberliğine davet etmiş, ölümünden sonrası için kendisinden vasiyet bekleyenlere de Kur’an’ı vasiyet ederek bu dünyadan ayrılmıştır. Onun, Veda Hutbesinde, yolumuzu şaşırmamak için sarılmamızı istediği ve kıyamete kadar bize emanet olarak bıraktığı en önemli değer olan Yüce Kur’an (Müslim, Hac, 19), 1400 yıl sonra da parlak nuruyla yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir.
Kur’an-ı Kerim, insanlığın son on dört asrını derinden etkilemiş ve tarihin akışını değiştirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inmeye başlaması ile birlikte yeryüzünü şereflendirmiş; Müslümanlar için izzet, ikbal ve hayat kaynağı, dünyevi saadetin ve uhrevi felahın kaynağı olmuştur. Dünya, inen Kur’an ile adeta yeniden kurulmuştur. Bununla birlikte herkesin kendi idraki, vüsatı, gücü ve kapasitesi oranında Kur’an-ı Kerim ile kuracağı bir iletişim, bir ilgi, bir irtibat vardır. Hayatını Kur’an yoluna vakfetmiş milli şairimiz M. Akif Ersoy bu irtibatın nasıl olmaması gerektiğini ise şu veciz ifadeleriyle dile getirmiştir:
“Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için."
Yine Akif;
“Doğrudan doğruya Kur’an'dan alarak ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı."
Dizelerinde vurguladığı gibi Kur’an-ı Ke-rim’in inşa edici, diriltici nefesini hayata taşıyalım ve çağın idrakine, yani insanlığın geldiği algı düzeyine Kur’an’ı sunalım. Kur’an hayata dokunsun ve hep hayatın içinde olsun. Çünkü “Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen müminlere, kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir."(İsra, 9)
Bu vesileyle, İsveç ve Hollanda’da Kur’an’a karşı yapılan aşağılık saldırı ve saygısızlığı lanetliyorum. Allah’ın, meleklerin ve tüm müminlerin laneti onlara olsun. (Amin) Onlar istemeseler de Allah (cc) nurunu tamamlayacaktır (Saff,8). İnşallah…
Ali Rıza TAHİROĞLU
Bolu İl Müftüsü