Hayâ kelimesi, sözlük anlamı itibariyle utanmak, çekinmek ve sıkılmak demektir. Terim anlamıyla ise nefsin, çirkin davranışlardan rahatsızlık duyup onlardan vazgeçmesidir.
Söz konusu kavram âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde üzerinde sıklıkla durulan bir kavramdır. Örneğin bir âyette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “O, (Şeytan) size ancak kötülüğü, çirkinliği (hayasızlığı), Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi buyurur”. (el-Bakara 2/169)
Hayâ kavramı Peygamberlerin de en temel özelliklerinden birisidir: Zira Hz. Peygamber (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!” (Buharî, Edeb, 78)
Hayâ, bütün insanlığın vazgeçilmez değerlerindendir. Ancak İslam dini hayayı imanın bir göstergesi olarak kabul etmiştir. Rasulullah’ın (as) şu sözü konuyu özetler mahiyettedir:
“Hayâ imandandır, iman sahibi kimseler de cennete girer.” (Buhârî, İman, 16)
Hayâ, kalbi Allah’a bağlamaktan kaynaklanan bir inceliktir. Böyle kalp sahiplerinde bulunan vakarlı bir duruş, edepli bir bakıştır. Bulunduğu şeyi güzelleştiren bir süstür hayâ. Öyle bir süstür ki hayâ insanı zarifleştirir, vakurlaştırır. Aynı şekilde bir müminin takınması gereken en önemli zinettir hayâ.
Maalesef gün geçtikçe insanoğlu bu kavramlara daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Sosyal medyada, cadde ve sokaklarda gün geçmiyor ki hayasızlık örnekleri ile karşılaşmayalım. Hayâsızlıklarla/kötülüklerle karşılaşan bir müminin yapması gerekenler de yine şu hadiste dile getirilmiştir: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78)
Hz. Ali (r.a) de şu beyitleriyle hayâ kavramını güzel bir şekilde nitelemiştir: “Güzellik, bizi süsleyen elbiselerin güzel olmasında değildir. Asıl güzellik ilim ve edep güzelliğidir. Ana babası ölen yetim değildir. Asıl yetim, ilim ve edepten yoksun kimsedir.”
Her toplumun kendince doğru bulduğu bazı erdemleri vardır Ancak İslam dinimizin temelini biraz önce de ifade ettiğimiz üzere haya oluşturmaktadır. Bu hususta Hz. Peygamber (as)’in şu hadisini zikretmekte fayda olacaktır: “Her dinin kendine özgü bir ahlâk yapısı vardır; İslâm ahlâkının özü de hayâdır.” (İbn Mâce; Zühd 4181)
Mümin bir kimse nerede olursa olsun, hangi şartlar kendini kuşatırsa kuşatsın hayasızca bir tavır takınmaktan uzak durmalıdır. Bizler için en güzel örnek olan peygamberlerin hayatları incelendiğinde gönderildikleri toplumlarda bu davranışlarıyla ne denli etkili oldukları görülmektedir. Hz. Yusuf’un, Mısır Azizi’nin eşi karşısındaki tutumu, Hz. Musa’nın Hz. Şuayb’ın kızlarına karşı hayasından ötürü konuşmakta zorlanması bu hususta zikredilen örneklerdendir. Öyleyse bir mümin, Allah’ın her an kendisini gözettiğinin bilincinde olarak bir hayat yaşamalıdır. Nitekim bir âyette Rabbimiz bu durumu şöyle dile getirmiştir: “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (el-Hadîd 57/4)
Haya sahibi olmak bütün bunların yanında peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olmaktır. Nitekim efendimiz haya sahibi kimselerden övgüyle bahsetmiştir. Örneğin ashabının üstün özelliklerinden bahsettiği bir konuşmasında Hz. Osman’ı “Ashabın en hayâlısı” olarak tanımlamış, evine geldiğinde ayakta karşılamış ve şöyle buyurmuştur: “Meleklerin bile kendisine saygı duyduğu birine ben nasıl saygı duymayayım”. (Müslim, 6209)
Rabbimiz bizlere hayadan ve edepten ayrılmadan bir hayat sürebilmeyi nasip eylesin. (Âmin)
Halil İbrahim TEKİN – İl Vaizi