ADALET VE İHSAN EKSENİNDE AİLE
Selcem TAN
İl Vaizi
Adalet, her işte hakkı gözetmek ve hak edene hakkını tam olarak vermektir. Adalet kavramının zıddı ise zulümdür. İhsan ise bir işi güzel ve iyi yapmak, gerekenden fazlasını yapmak manasını taşır. Cibril hadisi olarak meşhur olan hadiste; Allah Resulü (s.a.s), ihsan kavramını bize “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmendir. Çünkü sen görmesen de O, seni görmektedir” diye tarif etmektedir. İhsan kavramı, işin kalite ve mükemmelliğini ifade eden bir kavramdır. Adalet ve ihsan beşeri ilişkilere bakan yönüyle Müslümanlığın ameldeki karşılığıdır.
Aile kurumunu ayakta tutan sadakat, ülfet, vefa, şefkat, sıla-i rahim, i’sar, tevekkül, ubudiyet, dürüstlük” vb. ideal hedeflere ancak doğru şekilde anlaşılmış ve hayata aksettirilmiş adalet ve ihsanla ulaşmak mümkündür. Bu sebeple Rabbimiz” Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır” (Maide, 5/8) buyurarak adil olmayı kulluk sorumluluğu olarak ortaya koymaktadır. Burada açıklanması gereken bir konu da adaletin ölçüsünün ne olduğudur. Kur’an-ı Kerim adaletin ölçüsünün “hakkaniyet” olduğunu belirtmiş, hakkın ölçüsünü de Allah’ın sözleri olduğuna işaret etmiştir. Hatta hakla ilgili bir hüküm verilirken kendi lehine hükmedilmesi halinde memnun olan, aleyhine olduğunda hükmü tanımayan insanların zalim oldukları haber verilmiştir (Nur, 24/48-51).
Kişinin anne ve babasına, eşine, çocuklarına, akrabalarına ve çevresindekilere adalet ve ihsana dayalı davranışı ile ancak huzurlu toplumdan bahsetmemiz mümkün olabilir. En güzel örneğimiz Allah Resulünün (s.a.s) hayatında bu kavramların yansımalarını görebiliriz. Nitekim üzerinde emeği olan annelerine saygı ve hizmette kusur etmeyen Allah Resulü (s.a.s) gönderdiği hediyelerle de gönüllerini almıştır. Eşleriyle beraber zaman geçirmiş, onların iş yükünü paylaşmış, sevgi, saygı, hoşgörü, vefayı ailesinde hâkim kılmıştır. Eşlerine şiddet uygulayanlara da önemli ikazlarda bulunarak ümmetine adalet ve ihsanın nasıl olması gerektiği ile ilgili rehberlik yapmıştır. Çocuklara sevgiyi göstermede bile adaletli davranılmasını istemiş, oğlunu öpüp sevip dizine oturtmasına rağmen kız çocuğuna aynı ilgiyi göstermeyen kişiyi ikaz etmiştir. Yine akrabalık ilişkilerine ehemmiyet verilmesini istemiş “Akrabasının yaptığı iyiliğe aynısıyla karşılık veren, onları gözetip korumuş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten kişi, kendisiyle alakayı kestikleri zaman bile onlara iyilik yapmaya devam edendir”(Buhari, Edep, 15) diyerek akrabalık ilişkilerinin mahiyetini de ortaya koymuştur. Yine “Harcamaya kendinden başla! Artanı çoluk-çocuğuna harca. Ailenden bir şey artarsa, bunu da yakınlarına harca. Bunlardan geriye kalanını da sağındaki solundaki komşulara ver!” (Müslim, Zekât,4) tavsiyesiyle aileye yapılacak harcamanın adalet ve ihsan çerçevesinde ölçüsünü belirlemiştir.
Günümüzde, maalesef insanoğlunun kendisine ve etrafına yabancılaşmasının önüne geçilemiyor. Ben merkezli, fedakârlık yapmayan, sadece kendine odaklanan bireylerin oluşturduğu toplum insanlığını ve değerlerini yitirmeye başlıyor. Bu manada toplumun yapıtaşı olan ailede de “haklar bana, sorumluluklar sana!” demek adalet ilkesini temelinden sarsacak, tek taraflı yürütülmeye çalışılan aile bağları kopacaktır. Bu noktada her bireyin kendisine “Ben üzerime düşen sorumluluğu yerine getirdim mi?” diye sorması son derece önemlidir. Unutmayalım ki; adalet ve ihsan ailenin temelidir.