Alemlerin Rabbi olan Allah cc Peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği talimatlarla insanlardan bazı şeyleri yapmalarını istemiş; bazı davranışları da yasaklamıştır. Farz ve Haram olarak iki kategoride değerlendirebileceğimiz bu eylemler, bütüncül olarak ele alındığında insanın hem bedensel, hem psikolojik dünyasına hitap etmekte olduğunu ve insan ruhu ile davranışları üzerinde önemli etkilerde bulunduğunu açıkça görmekteyiz. Bu nedenle her ne kadar farz ve haramlar kesin çizgilerle birbirlerinden ayrı zıt kutuplar gibi görünseler de, temelde aynı işlevi görmektedirler. Zira farzların terkinden birey ve toplum zarar görüp hüsrana uğrarken, haramları işlemekle de birey ve toplum aynı sonuca maruz kalmaktadır. Farzlar, bir yandan insan hayatını kuşatarak yararlı şeylerle teçhiz edip zararlı eylemlerden korurken, öte yandan haramlar ise insanın dünyasını iyilik ve güzelliklere kapatarak onu zararlı, kötü ve karamsar bir hayata mahkûm etmektedir.
Günah, bir başka ifadeyle haram, büyük veya küçüklüğüne paralel olarak Mü’minin hayatında bedensel açıdan büyük zararlar verdiği gibi, psikolojik olarak da büyük tahribatlara yol açmaktadır. Zaten beden ve ruhun birbirinden ayrı olarak değerlendirilmesi kavramsal olarak mümkünse de pratik olarak böyle bir ayrım söz konusu olamaz. Bedene verilen/gelen zarar ruhta etkisini gösterdiği gibi ruha gelen zarar da aynı şekilde bedende tezahür eder. Söz gelimi alkol, uyuşturucu ve nikotin gibi dinen kullanılması haram sayılan maddeler, bağımlılık yaparak insan vücudu üzerinde ciddi tahribatlar yaptıkları gibi, onun psikolojik dengesini de bozarak iç dünyasını da tahrip etmektedir. Mü’min, dinin haram kıldığı, ahlâken ayıplanan, inanç ve toplumun normlarına ters düşen günahların, insanın düşünce ve bu düşünceleri tatbik dünyasında meydana getirdiği pişmanlıktan kaynaklanan gerilim ve huzursuzlukla suçluluk psikozuna girmekte, bu durum da onun tutarsız davranışlar sergilemesine sebebiyet vermektedir. Bu tutarsızlık, bir taraftan iç dünyasında tahribat yaparken, diğer taraftan, bu tahribatlardan kurtarmak için onu doğruları bulmaya, gerçeklere ulaştırmaya doğru itmektedir. Bu, yapılan haram eylemin yanlış olduğuna inanmakla gerçekleşir. Bunun ortaya çıkabilmesi için düşüncenin, inancın ve eylemin çatışması gerekir. Düşünce, inanç ve eylemin çatışması halinde ise birey suçluluk psikozuna girmekte ve doğrulara doğru adım atmaya başlamaktadır. İçselleştirilen değere aykırı davranmanın kişiyi rahatsız edeceği muhakkaktır. Bu, şuurun eylemle çatışması, dolayısıyla suçluluk psikolojisinin yaşanması demektir. Ancak iç bilinç ile dış eylemlerin örtüşmesi, suçluluk psikozunun yaşanmasını ortadan kaldırdığı gibi, beraberinde geçici bir huzuru da getirmektedir.
Günahın, kutsala karşı işlenmesi, ilâhî emirlerin ihlali, beşerî ve tabiî düzenin bozulması demek olduğu konusunda bütün dinler arasında ortak bir kabul vardır. Haramlar, her ne kadar bütün dinler tarafından kerih görülen, zararlı ve fıtrata aykırı olsalar da, nefse hoş gelmektedirler. Günahlar, şeytanın süslü göstermesine paralel olarak nefsin baskın gelmesiyle veya hevâ ve hevese uyarak fazlaca işlendiklerinden, hayatımızı adeta kuşatmış durumdadırlar. Bugün birçok İslam ülkesinin sokak görüntüsünün, haramların alenen işleniyor olması açısından gayrimüslim ülkelerin sokaklarından pek de farklı bir görünüm arz etmemesi, eş deyişle günahların açıkça yapılması hususunda aynı paydada buluşuyor olmaları, bir yönüyle “şeytan onlara amellerini süslü gösterdi de onları yoldan çıkardı” meâlindeki âyetlerde bildirldiği gibi, şeytanın iğvâsından ve haramlara yönlendiren etmenlerin serbest ve çokluğundan kaynaklanıyorken, öbür yönüyle ise nefsin, hevâ ve hevesin baskın gelmesinden dolayıdır. Bu durumun önüne geçilmesi, ancak haramlardan kaçınan örnek bir toplum modelinin oluşmasına bağlıdır. Günahlardan sakınan örnek bir topluluğa hararetle ihtiyaç duyulan günümüzde, mü’minlerin haramlardan şiddetle sakınmaları ve İslamî bir toplum profilini ortaya koymaları gerekmektedir.
İslamî literatürde değişik kavramlarla ifade edilen ve “işlenmesine dinen cevaz verilmeyen ve tab’an da hoşlanılmayan eylemlere verilen isim” demek olan günah, en genel anlamda ilâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışları ifade eder. Günahlar, şirk, yalan, faiz, zina, uyuşturucu, aldatmak gibi büyük (kebîre); içki-kumar sofralarında oturmak, faiz yiyenlerle arkadaşlık kurmak gibi küçük (sağîre) olmak üzere ikiye ayrılır. İslâm âlimleri, devamlılık arz eden her küçük günahın büyük günaha dönüşebileceği gerçeğinden hareketle, küçük günahın devamlı işlenmesini hoş karşılamamışlardır. Dolayısıyla mü’min, Allah’ın emirlerine karşı gelmede birleşen büyük-küçük bütün günahların hepsinden sakınmalı ve bu açıdan hayatını güvence altına almalıdır. Kur’an-ı Kerîm’de ve hadis metinlerinde ism, zenb, vizr, cünâh, hûb, isyân, hıyânet, cürm, hatîe, seyyie gibi kavramlarla ifade edilen günah, en genel anlamda “Allah’ın emirlerine aykırı, dinen suç sayılan ve fıtratın içselleştirmediği haram eylemlere” denir.
Rahmet Peygamberi (s.a.v.) günahı, “Kalbini tırmalayan ve insanların muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir” şeklinde tarif etmiştir. Pisikoloji açısından ise günahı, “irâdenin, çoğunlukla ahlâkî-dinî açıdan doğru kabul edilen ideale göre hareket etmemesi” şeklinde değerlendirmek mümkündür. Günah, önce psikolojik olarak, bir halet-i rûhiye olarak yaşanır, sonra fiziksel olarak eyleme dönüşür. Zira, sağlıklı olsun sağlıksız olsun, hiç bir eylem, önce irâde edilmeden, yani beyinde oluşup şekillenmeden dışa yansımaz. İnsan, önce psikolojik olarak eyleme hazırlanır, sonra fiziksel olarak onu pratize eder. İslâm, insanın günâh işlemekle sürekli “kötü” ve “suçlu” kalacağı düşüncesini reddeder. Çünkü insanın psikolojisi ve fizyolojisi günah işlemeye uygun yaratılmıştır. Dolayısıyla günah işlemenin, bir yönüyle insan psikolojisi açısından olağan bir durum olarak ifade edilebilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Günah işlemeseydiniz, Yüce Allah, günah işlemeleri ve onları affetmesi için başka halklar yaratırdı” sözü bu gerçeğe işaret eder. Ayrıca peygamberler de dahil, her insanın hatasız olmaması, küçük veya basit de olsa, mutlaka hata işliyor olması bunun en açık kanıtıdır. Bu gerçeğe işaret eden Hz. Peygamber (s.a.v.), “Bütün Âdemoğlu çok hata işler; hatalıların en hayırlıları tövbe edenlerdir” buyurmuştur. Fıtratı gereği insan, günah işledikten sonra bir suçluluk psikolojisi veya duygusuna kapılır. Bu durum, fıtratın, tabiatı gereği günahları kabul etmeme özelliğinden kaynaklanır. Bilhassa günahkâr mü’min için en büyük ceza, Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)’un da söylediği gibi, “dinî suçluluk psikolojisi”dir. Suçluluk psikolojisi veya suçluluk duygusundan kurtulmanın yolu tövbe edip bir daha o hataya düşmemeye gayret etmektir.
Günahın genel olarak psikolojik etkilerini şu şekilde ifade etmek mümkündür: İnsanı yaratan Yüce Allah’tır. İnsanoğlunun fiziksel ve ruhsal karakterini, ona nelerin yararlı, nelerin zararlı olduğunu, tabiatının nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanmadığını da en iyi bilen yine Yüce Allah’tır. Allah, insan tabiatına uygun, bireysel ve toplumsal yararlı her şeyi mübah sayarken, tabiatına aykırı ferdî ve içtimaî zararlı her şeyi de haram (günah) saymıştır. Fıtratı dumura uğramamış ve tabiatı bozulmamış hiçbir insan zina, içki, faiz, yalan söylemek, zulüm, haksızlık, adam öldürmek vb. günahları doğal karşılayamaz ve bu fiilleri işlerken psikolojik rahatsızlık duymadan kolayca içine sindiremez. Nitekim tarih boyunca günahların, bireysel ve toplumsal yıkım ve huzursuzlukların en önde gelen nedeni sayılması, söz konusu bu yıkıcı etkisinden dolayıdır.
İslam’da yararlı hiçbir şey günah, zararlı hiçbir şey mubah sayılmamıştır. Günah sayılan her şeyin, mutlaka ya ruhsal veya fiziksel olarak birey ve topluma zararı vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Uyuşturucu bütün kötülüklerin anasıdır; kullananın kırk gün namazı kabul olunmaz. Midesindeyken ölürse, cahilî bir ölümle ölür” buyurarak içkinin insan vücudu, insan nesli ve toplum üzerinde yaptığı büyük tahribatları önlemek istemiştir. Her günah, insanın duygusal dünyasında yaralar açtığı gibi, fiziksel dünyasında da tahribat yapmaktadır. İnsan bünyesinde olumsuz etki yapmayan hiçbir günah yoktur. Bilindiği gibi düşünen bir canlı olan insan, kendisine bahşedilen vücudun organlarıyla düşünme ameliyesini yerine getirmektedir. İnsan vücudu ise, dışarıdan aldığı gıdalarla beslenmekte ve bu sayede hayatiyetini sürdürmektedir. Zararlı gıdayla beslenen vücudun sağlıklı olması düşünülemez. Dünyayı saran bin bir çeşit hastalığın kaynağı, şüphesiz Allah’ın günah saydığı davranışlardır. Yasaklanan gıdaların yenmesi, içilmesi, fiziksel bozukluğa da neden olmaktadır. Fiziksel özelliklerin de suç işlemede ve suçun yaygınlaşmasında etkili olduğu bilinen bir husustur. Nitekim fiziksel bozukluğu olanların çoğunda kompleksler görülmekte, bu kimselerin daha çabuk ve sert tepki gösterdikleri gözlemlenmektedir. Fiziksel bozukluk, şahsın davranışları üzerinde olumsuz etkide bulunmakta, hatta beyin dokusu, hücre dizilişi, girinti ve çıkıntılar, insan davranışlarını düzenlemektedir.
O halde denilebilir ki, dinen veya ahlâken günah sayılan fiillerin işlenmesi, bir yandan insan psikolojisi üzerinde olumsuz ruhsal etkiler yaratırken, öbür yandan da insan vücudu üzerinde fiziksel zararlara yol açmaktadır. Söz gelimi modern hastalıklardan biri sayılan obezite sorunu, temelde Yüce Allah tarafından haram sayılan israftan kaçınmamanın ve Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından salık verilen beslenme biçiminin terk edilmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim Yüce Allah, “Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyurarak dengeli beslenmenin yöntemini öğretirken, Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “İnsanoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna, belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Yemek ihtiyacı duyduğunda midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeğe, üçte birini de nefesine ayırsın” buyruğuyla yemek adabını öğretmiştir. Ayrıca İslâm’ın öngördüğü şekildeki bir yemek disiplininin, çağımızın hastalıklarından biri haline gelen obezitenin, bilhassa genç kızlar üzerinde yol açtığı psikolojik travmaların önlenmesinde de anahtar rol oynayacağı izahtan vârestedir.
Günah, genelde bireysel olmakla beraber, merkezden dışa doğru önce aile, sonra çevre ve daha sonra da toplumu olumsuz yönde etkiler. Günahın fiziksel, sosyal ve ekonomik etkilerinin yanında, psikolojik olumsuzlukları da bulunmaktadır. Hile, yalan, adâletsizlik, zulüm, adam kayırma, faiz, fuhuş, uyuşturucu vb. büyük günahlar, toplumun manevî değerlerini temelden sarsan etkilerinin yanında büyük travmalara da neden olan günahlardır. Kur’an ve hadislerde günahın, çoğunlukla dinin talimatlarına boyun eğmeyen, onlara karşı gelen “nefs-i emmare”ye itaatten kaynaklandığı vurgulanarak, kötü dürtülere uyan kimsenin, nefsine ve bilhassa şehvetine boyun eğen ferdin inanç ve manevî duygularının zayıflayacağı, irâdesinin çökeceği ve doğal olarak nefsanî arzularının esiri olacağı haber verilmiştir. Nasslarda günahtan kurtulmanın, bu sayede hem iç ve hem de dış huzura kavuşmanın yolu olarak tövbe etmek, Allah’ın sonsuz kudretine tevekkül edip O’na sığınmak, ihlâs ve samimiyete dayalı, takvâ üzere bir yaşamı sahiplenmek salık verilmiştir.
Mü’min, günah konusunda Hz. Peygamber’in “günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi hafif görür” şeklinde tavsif ettiği fâcirden kendisini ayırmalı ve yine Hz. Peygamber’in hadisinde belirttiği “sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturuyormuş” gibi bir halet-i ruhiye içerisinde olmalıdır. Mü’min, olanca gücüyle günahlardan kurtulmaya çalışmalıdır. Günahlardan kurtulmanın en emin yolu, yukarıda vurguladığımız gibi, tövbe etmektir. İnsan, tövbeyle o ızdırap verici psikolojiden kurtulup iç huzura kavuştuğu gibi, bu tavrıyla Rabbini de memnun eder. Çünkü Yüce Allah, kul hakkıyla ilgili olmayan günahlarda, samimi vicdan pişmanlığını yeterli bulduğunu haber vermektedir. Buna “nasûh tövbe” denilmektedir. Nitekim birçok âyet ve hadis, kişinin işlediği günahlardan dolayı nedâmet duymasını, Allah’tan bağışlanma niyazında bulunmasını istemiş ve bunun için özendirici ifadelere yer verilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “günahından tövbe eden, hiç günah ilememiş gibi olur” buyurmuştur.
Kurân’da ve Hadislerde Günah Kavramı
Kur’an-ı Kerim’de, günahı tanımlayacak birçok kelime olmakla beraber genel olarak bireysel ve toplumsal yaşamı derinden etkileyen bir olgu olarak sunulmaktadır. Zira günah işleyen bir insan en başta kendine sonra çevresindekilerin meşru haklarına müdahale etmektedir. Aynı zamanda Allah ile kurduğu ilahi hukuku çiğnemekte ve insan onun emirlerine başkaldırmaktadır. Bundan dolayıdır ki Kur’an’da insanların cehennemle korkutulmaları ve sonlarının trajik şekilde bitişi günahın yol açtığı bu vahim durum tasvir etmek nedeniyle olduğunu söylemek mümkündür. Günah kavramına Kur’ani bağlamda baktığımızda genel itibariyle ‘bütünden ayrılış, genel düzene aykırılık, arızî durum, karanlık ve zulmet, kötüye ve çirkine gidiş’ gibi anlamlar içerdiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Kur’an günah kavramına dair farklı kelimelerin kullanımı ile bu hataların arkasındaki psikolojik neden, yanlışın sebebi ve hatadaki gerçek niyeti ifade etmiştir. Öte yandan Kur’an’da sevap ve günahların bahsedilme sıklığı açısından da bir husus dikkat çekicidir. Zira Kur’an’da günahkârların ve şerlerin cezası detaylı biçimde anlatılmakta olup sevaplar için bu söz konusu değildir. Bu sorunun cevabı Kur’an’da vardır. Zira Kur’an varlık, hayat ve varoluşa dair her şeyi hayır, nur ve güzellik olarak görmektedir. Hayatın özünde esas olan iyilik ve güzelliktir. Buna kısaca sevap denilmekte ve Kur’an hayatın geneline de böyle bakmaktadır. İnsanın yaratılışı da -İslam üzere olması hasebiyle- sevap ve hayır işleme üzerinedir. Hayatın içindeki günah ise bir istisnadır. Yaratılışa ve fıtrata aykırı olduğu için düzeni bozan günah unsurlarına Kur’an dikkat çekmekte ve insanı eşyanın özüne karşı suç işlemekten alıkoymak için günahın çirkinliği üzerine tasvirlerde bulunmaktadır. Zira günah hem bireyin gelişimini hem de toplumun ilerlemesini aksatmakta, mutsuzluk ve çatışma nedeni olmaktadır. Kur’an’da “Allah ile olan ahitlerini bozdular” anlamındaki ayet de Said Nursi açısından günahkârları tarif etmektedir. Nursi’ye göre insan, selim fıtrat ile dünyaya gelmesi ve bu yaratılışı nedeniyle Allah ile doğruluk üzerine bir anlaşma yapmıştır. Fakat dünyadaki yaşamında insan günahta ısrar etmek ve onu yaşam biçimi haline getirmekle hayır ve güzellik üzerine olan fıtratını bozmaktadır. O’na göre ayetteki ‘bozmak’ (nakz) ifadesi selim fıtratın bozulmasıdır. Günahlar insan fıtratını bozarak onları kendine ve çevresine zarar veren bir canlıya dönüştürmektedir.
Hadisler bağlamındaki günah kavramı ise Kur’an’ın ifadesine paralel bir anlam arz etmektedir. Zira Hz Peygamber’in günaha dair şu hadisi vardır. “İyilik, nefsinin kendisine ısındığı, kalbinin mutmain olduğu; huzura erdiği şeydir ve de ahlakın güzel olmasıdır. Günah ise kalbini, nefsini ve vicdanını rahatsız eden, tırmalayan ve insanların duyup öğrenmesinden hoşlanmadığın şeydir.” Başka bir hadiste ise, Rasulullah, Vabisa adlı sahabiye şöyle der: “Nefsine danış, kalbine danış ey Vabisa! İyilik, nefsinin kendisine ısındığı ve kalbinin mutmain olduğu şeydir. Günah ise, nefsini tırmalayan ve göğsünde tereddüde yol açandır. Bu hadislerden anlaşıldığı kadarıyla Hz peygamber günahın mahiyetine hakkında şu iki nokta üzerinde durmaktadır. a) Günahlar, insanın kalbine rahatsızlık vermektedir. b) Başkalarının duymasından ve görmesinden rahatsız olduğun şeylerdir. Hz. Peygamber konuya dair Kur’ân-ı Kerim’e atıfla şu ifadelerde bulunmaktadır. “Kul, bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet el çeker, mağfiret diler ve tövbe ederse kalbi cilalanır. Eğer (bunu yapmayarak) günaha tekrar dönerse (günah işlemeye devam ederse), siyah nokta daha da artırılır ve neticede bütün kalbini istila eder.” İşte Allah’ın, ‘‘Gerçek şu ki onların kazanmış oldukları günahlar, kalplerini örtmüştür” diye belirttiği örtü budur.” Gazalî, bu ayet ve hadiste insan üzerindeki günah etkisini ayna örneğiyle açıklamaktadır. O’na göre insanın aynaya yansıyan nefesinin aynayı karartması gibi kalpte oluşan günah kirleri onu kirletir. Bu kirlilik zamanla insanın karakterini de olumsuz etkilemektedir. Hadis’te “Günahların kalbi kirletmesi ve zamanla örtmesi” bahsini Said Nursi yine Kur’an’da bahsi geçen Hz. Eyyûb kıssası bağlamında ele almaktadır. O’na göre Hz. Eyyûb’un hastalığı nedeniyle kalbine ve diline ulaşan kurtlar gibi, insanın işlediği günahlar da birer manevi kurt olarak onun kalp ve dilini hasta etmektedirler. İnsanın duygularının kaynağı olan kalbi zarar görmektedir. Alışkanlık haline getirilmiş günahlar ise “Kötülükler onların kalplerini kirletmiştir.” ayeti bağlamında kalbin mühürlenmesine yol açmaktadır.
Genel olarak günah kavramı ile psikolojinin alanına giren suç kavramı arasında yakın bir ilişki vardır. Zira suçlardaki psikolojik etken ceza korkusu iken, günahlarda Allah’a, Peygamber’e, Kur’ân’a ve bütüncül olarak kişinin sahiplendiği inancına saygısızlık gibi etkenler bireyin psikolojisine etki eden faktörler olmaktadırlar. Bu nedenle birey, günah işlerken basit ve bireysel bir suçun ötesinde daha derin bir suçluluk psikozuna da girmektedir. Belirsizliği doğuran ve bir kişinin yanlış yapmış olma hissi olarak tecrübe edilebilen suçluluk duygusu ise bireyin, davranışından dolayı kendini kınaması ve pişman olması olarak da tarif edilebilir. Bu bağlamda suçluluk duygusu dinden bağımsız olarak bireyin sahip olduğu ahlaki kurallar da dâhil, önemli ahlaki ilkelerin fark edilecek bir biçimde çiğnenmesinden doğmaktadır. Suça karşılık olarak bağışlanma ya da karşılık arama evrensel bir dinamiktir. Zira kendisini bu halde bulan insan hatanın verdiği rahatsızlık ve suçluluk duygusundan arınmak için çabalar. Din ise suçluluk duygusuna “günah” boyutunu ilave eder. Psikolojik bir gerçeklik olan suçluluk, birçok insanın tecrübe ettiği evrensel insani bir olaydır. Bu sebeple o, dini eğilimden önce gelebilir. Fakat din, bu hisse daha ileri bir boyut kazandırarak Allah için suç olan günah anlamını katar. Dini duygu bunu yaparken vicdanın derinlerinde olan sert ve cezalandırıcı tanrı imgesini harekete geçirir. Ya da merhametiyle affeden ve bu hissi yapıcı, onarıcı bir faaliyete çağıran ilahi minnettarlığa aracı yapar. Fakat burada önemli bir nokta şudur ki; suç faktörünün, dini suçluluk veya günah kavramına dönüşümü derin bir inanç ile mümkündür. Çünkü dini eğitimle yetişmiş insanlarda daha derin bir vicdan yapısının olduğu görülmüştür. Bu durumda din kendisini ahlak kanunlarının temeli, tevbe de hatanın telafi vasıtası olarak arz eder. O yüzden insan kişiliğinde ortaya çıkan suç eğilimi, günah kavramıyla daha etkili bir çözüm ve telafi yoluna çekilmiş olur.
Günah terimi dini, kültürel bir terim olup dinlerin ortaya çıkışından bu yana insanların dünyasında yer edinmiş önemli bir kavramdır. Batılı düşünürlerce, tanrısal buyruklara itaatsizlik olarak ifade edilirken İslam âlimleri bütünden kopuş, nizama başkaldırı ve doğal halin bozularak arızi durumun ortaya çıkışı bağlamında değerlendirmişlerdir. Etimolojik olarak Arapça cünah kelimesinden gelen terim; hata, yanlış yol, darlık, sıkıntı ve ağırlık gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’a göre kâinattaki her şey normal akışı içinde hayır iyilik ve güzelliktir. Şer, kötülük ve günahlar doğadaki istisnai olgulardır. Bu nedenle insan günah ve şer yoluna girmekle eşyanın doğasına aykırı bir yola girmektedir. Hadislerde ise günah, kalpteki kirlenme ve zararlı lekeler olarak ifade edilmiş olup günah işleyen insanda kalp darlığı ve başkasının görmesinden utanma gibi etkiler meydana getirdiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda Gazali ve Nursi günahları insan kişiliğine zarar veren zehirli gıdalar olarak ele almıştır. Aynı zamanda günah kirlerinin tevbe ile giderilmemesi sonucu insanı inançsızlığa düşüreceğini ‘kalbin mühürlenmesi’ anlamında değerlendirmişlerdir. Din psikolojisi ise günah kavramını suçluluk psikolojisinin daha özel hali olarak değerlendirerek bu suç tanımının içini ilahi ve metafizik etkilerle doldurulması olarak ele almıştır. Zira suçluluk duygusunda birey toplumsal bir baskıyı hissederken günahta ilahi, Kur’ani ve meleki değerlere bir başkaldırıyı hissetmektedir. Bu nedenle günahın insandaki etkisi daha derindir. Birey bu duyguyu çözümleyemez ve bastırma yoluna giderse daha nevrotik bir hal alabilir.