En son Peygamber hem yetim hem de öksüz olarak dünyaya gelmiş, aile eksikliğini hayatında yakınları olan Dedesi ve Amcası hissettirmemeye çalışmışlardı. Amcası ve yengesi onu kendi çocuklarından ayırmamışlar, ona her zaman şefkat ve merhametle yaklaşmışlardı. Hz. Peygamber’in, yengesi Fâtıma bnt. Esed’den “annemden sonraki annem” diye bahsetmesi amcasının ve yengesinin onu gerçek bir aile ortamında yetiştirmeye çalıştıklarını göstermekteydi. Onların bu iyi niyetli yaklaşımları anne baba sevgisinden mahrum, öksüz ve yetim olarak büyüyen Hz. Peygamber’in ileride kendi kuracağı ailesi için örnek olacaktı. Bu sevgi ve şefkat yuvası O’nun daha sonra insanlığa örnek olacak aile yaşantısına etki eden güzel bir hatıra olarak yaşamında yer edecekti. Hatta belki de bu sıcaklıktan dolayı ilk çocuğunun ismi yengesi Fatıma ile aynı isim olacaktı.
Amcası Ebu Talib, yeğenine bir amca olmanın çok ötesinde bir baba gibi olmuş onu hayata hazırlamıştı. Kendisi gibi bir tüccar olarak yetiştirdiği yeğenini, birkaç kez de Mekke dışına götürmüş bu seyehatlerde iş tecrübesi edinmesini sağlamıştı. Artık genç Muhammed, amcasından bağımsız olarak da kervan ticaretlerine katılabiliyor, böylece kalabalık olan amcasının ailesine katkıda bulunuyordu. Ticaret her ne kadar fazla kazanma hırsının bir alanı olarak insanları yalan ve sahtekarlığa davet etse de O daha çocukluğundan beri bir meziyeti olan “dürüstlüğünden” asla taviz vermiyordu. O’nun bu meziyeti kısa zamanda kendisini Mekke’nin zengin kadınlarından Hz. Hatice’nin kervanını tek başına işletme konumuna getirmişti. Artık O da amcası Ebu Talip gibi bir iş insanıydı. Hatice ile yaptığı ilk işinde anlaşmanın çok üzerinde bir karla dönen Hz. Muhammed, bu karın tamamını kervan sahibi Hatice vermesi ve bunda ısrarcı olması. Zengin ve dul olan Hatice’nin gönlünde kendisine karşı bir sevgi ve muhabbet oluşturdu.
Yirmi beş yaşına geldiğinde, ticaret kervanında çalıştığı Mekke’nin ileri gelen iş kadınlarından olan Hatice, ahlâkı ve dürüstlüğüne hayran olup kendisine evlenme teklif etmişti. Bu teklifi kabul eden Hz. Muhammed, Hatice’yle on beş yılı peygamberlikten önce, on yılı da sonra olmak üzere toplam yirmi beş yıllık mutlu ve huzurlu bir evlilik yaşamıştı. İffetli bir eşle şefkatli bir yuva kuran ve bu eşinden çocuklara sahip olan Hz. Peygamber, tıpkı amcası Ebu Talip’in mutlu bir aile yuvası gibi bir yuvası olmuştu. Hz. Hatice için sevgili bir eş, çocukları için de müşfik bir babaydı o. Mekke, son Peygamberin şehri. Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in insanlığa emaneti olan Kabe’nin bulunduğu şehir, öyle insanlığa sanıldığı gibi huzur vermiyordu. Güçlülerin zayıfları ezdiği bu şehirde mazlumların gözyaşları çoğu kere Kabe’nin duvarlarını gizlice ıslatıyordu. Hatta malına el koyulan, parasını alamayan insanların imdat çığlıkları temiz ve çaresiz vicdanları öyle paralıyordu ki… Nihayetinde Efendimiz sav in de dahil olduğu “Erdemliler hareketi” oluşmuş ve bu imdat çığlıklarını dindirmeye çalışmışlardı. Fakat bu iş öyle üç beş kişinin bir araya gelip de halledebileceği bir yük değildi. Bütün bunlar Hz. Peygamber sav i derin düşüncelere sevk ediyor ve bir arayış içine itiyordu.
Bu arayış sürecinde Mekke’nin her türlü fenalığından uzaklaşmak üzere diğer bazı Hanîfler gibi inzivaya çekilmiş, Hira Mağarası’na sığınmıştı. Vefakâr hanımı onu yalnız bırakmamış, uzak bir mesafe olmasına rağmen kimi zaman tefekküre çekildiği bu mağaraya eşi için hazırladığı azığı bizzat kendisi götürmüştü. Bununla kalmamış vahiy tecrübesinde eşini ilk teselli eden de, O’na ilk inanan da O olmuştu. 610 yılı Ramazan ayıydı. Hz. Muhammed (sav), “Allah’ın Resûlü” olma şerefine eriyordu. Hira Mağarası’nda ilk vahiy gelmişti kendisine. Vahyin ve Cebrail’le karşılaşmanın şaşkınlığı içerisindeki Efendimiz (sav) ne olduğunu anlamamış, eşi Hz. Hatice’nin yanına koşmuştu. “Ey Hatice, bana ne oluyor?” dedikten sonra başından geçenleri anlatarak kendinden endişe ettiğini söyledi. Hz. Hatice, “Hayır (öyle deme). Sevin. Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü Allah’a yemin olsun ki sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler, bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun.” sözleriyle onu teskin etti. Korku ve şaşkınlık içindeki Allah Resûlü, eşinin sevgi ve anlayış dolu bu sözleriyle bir nebze olsun rahatladı. İşte eş olmanın bu en güzel örneğini sergileyen Hz. Hatice, rahmet elçisini yaşadığı bu durumu daha iyi anlamak üzere amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e götürmüş. Birlikte “Sen Hz. Musa’ya gelen Namus’u (Cebrail’i) görmüşsün. Sen beklenilen elçi olabilirsin” sözlerini amcaoğlundan dinlemişlerdi. Hatta “Senin halkın seni bu beldeden çıkaracak, eğer o günlere erişirsem senin yanında olacağım” diyen ve daha o anda dağdağalı günleri, zamanları haber veren bu yaşlı bilge, yalancı çıkmamıştı söyledikleri tek tek hem de fazlasıyla gerçekleşmişti.
Hz. Hatice Efendimiz sav e ilk iman eden ve daima yanında bulunmaktan çekinmeyen, Efendimiz sav in sevgi ve muhabbetine mazhar olmuş “ilk aşk, ilk sevgi”nin sahibiydi. Vefatı bile kendisini unutturmamış bu güzide insan Alemlere rahmet Efendimiz sav in dilinden ve gönlünden hiç çıkmamıştı. Kıskanılacak bir muhabbetti bu, hatta bir defasında en genç eşi Hz. Aişe ile otururlarken kapı çalmış, Efendimiz sav heyecanla kapıyı aç ey Aişe bu gelen Hatice’nin kız kardeşidir deyince kapıyı açan Hz. Aişe gördükleri karşısında çok şaşırmıştı. Gelen misafiriyle yakından ilgilenen Efendimiz sav, kendi oturduğu mindere misafirini buyur etmiş, bir takım hediyelerle bizzat kendisi misafirini yolculamıştı. Bu yakın alaka Hz. Aişe annemizi biraz kıskandırmış olacak ki “Ey Allah’ın Rasulü ben sana bakire ve genç olarak geldim, halbuki Hatice dişleri dökülmüş bir ihtiyar olarak seninle evlenmişti.” Demekten alıkoyamamış. Aişe annemizin bu kıskançlığını gayet doğal karşılayan rahmet elçisi sav “Hatice, hiç kimse bana inanmamışken bana ilk iman eden, daima yanımda olan ve malıyla beni desteklemekten çekinmeyen çocuklarımın annesi olan bir hanımefendiydi” diyecek ve yıllar geçse de muhabbetin bitmeyeceğini böylece ilan edecekti.
Yine Aişe annemiz Efendimiz sav in kendilerini hiç bunaltmadığını ev işlerinin yoğun zamanlarında kendi söküğünü kendisinin diktiğini, ev işlerinde kendilerine yardımcı olup sofranın kurulmasında katkı sunduğunu vefatından sonra gözyaşları içerisinde dile getirmişti. Bir keresinde Efendimiz sav ile atıştığını söyleyen Aişe annemiz bu esnada babası Ebu Bekir’in kendilerini gördüğünü ve kendisine kızarak üzerine yürüdüğünü Efendimiz sav in kendisine siper olduğunu ve babasını gönderdiğini babası Ebu Bekir giderken “Babanın elinden seni nasıl da kurtardım” dediğini daha sonra muhabbetli bir esnada eve gelen Hz. Ebu Bekir’in “kavganıza dahil ettiğiniz gibi muhabbetinize de beni dahil eder misiniz” dediğini bunun üzerine Efendimiz sav in tebessümle “seve seve” diye karşılık verdiğini büyük bir özlemle anlatmıştı. Babası vefat eden Safiye annemizle sabaha kadar evlerinin önünde oturup dertleşen Efendimiz sav, iyi bir eş olmanın nadide örneklerinden birini vermekteydi.
Her ikindi sonrası kızı Fatıma’nın evine uğrayan Efendimiz sav, torunlarıyla oynar kızının halini hatırını sorar ondan sonra evine geçerdi. Yine bir defasında ikindi sonrası mescidde bir adam sorular sormuş kendisini oyalamıştı. Biraz geç de olsa Fatıma’nın evine gelen Efendimiz sav kızının ev işleriyle meşgul olduğunu görüp “kızım namazını kıldın mı” diye sormuş Hz. Fatıma da “şu işim bitsin” diye cevap vermişti. Torunlarıyla oyuna dalan Efendimiz tekrar “Kızım namazını geciktirme” diye uyarmış “elimdeki şu iş bitsin kılacağım” cevabını almıştı. Bunun üzerine torunlarıyla oyunu bırakan Hz. Peygamber sav kızının kollarını tutmuş “Baban Muhammed de olsa tek başına mezarda olacak ve tek başına hesap vereceksin kızım, namazını geciktirme” uyarısını yapmış daha sonra Hz. Fatıma annemiz bu hadiseden sonra namazları vaktinde kılmaya özen gösterdiğini ifade etmiştir. O böylelikle iyi bir babanın evladının ahretini de düşünmesi gerektiğini, evlatlarının ibadetlerini yapmaları için teşvik eden olmayı bizlere öğretmiştir.
O’nunla sav alakalı o kadar güzel hatıralar var ki, kendisi güzel olunca her şeyi güzel oluyor tabi. Fakat bu küçük yazı ancak bu kadar yer alabiliyor. Ondan sav son bir hatıra zikredelim. Müslümanlar yıllardır Kabe özlemiyle yanıp tutuşmuş nihayetinde Efendimiz sav umre için ilan verince yollara dökülmüşlerdi. Yılların verdiği özlemle yanan müminler Hudeybiye denilen yere varınca burada durdurulmuşlardı. Ne kadar da az kalmıştı oysa. Yapılan müzakereler neticesinde Kabeye uğramadan, onu uzaktan dahi göremeden geri döneceklerdi. Bu onlara çok ağır gelmiş hatta Efendimiz sav in “Kurbanlarınızı kesin, tıraş olup ihramdan çıkın” emrini üç defa tekrar etmesine rağmen kimse yerinden kıpırdamamıştı. İlk defa ümmeti kendisini dinlemiyordu, Efendimiz sav o kadar üzgündü ki… Kendisini bu üzgünlükle çadırına atan Efendimiz sav e Ümmü Seleme annemiz “Ey Allahın habibi üzülmeyin, onları anlayışla karşılayın. Siz şimdi çadırınızdan çıkın ve kurbanınızı kesin, berberinizi çağırın o da sizi tıraş etsin göreceksiniz ki hepsi bunu yapacak” hakikaten de öyle olmuştu. Tecrübe sahibi bu annemiz hem Efendimiz sav i teskin etmiş hem de getirdiği öneriyle bu nahoş durumu bir çırpıda halletmişti.