Nurettin Topçu, Cumhuriyet döneminin sosyal, kültürel ve dini meselelerine ahlaki açıdan bakan ve çözümler üretmeye çalışan önemli fikir adamlarındandır. Onun bütün görüşlerinin temelinde ahlak ilkesi yer almaktadır. Dergah yayınları tarafından 2016 yılında yayınlanan "Ahlak Nizamı" adlı eserde, Topçu'nun eğitimden ekonomiye, komünizmden dine toplumu ilgilendiren bir çok farklı konuda yazdığı makaleleri derlenmiştir. Biz de, ömrünü İslamî sosyalizm fikrine adamış bir ahlak filozofu olan Topçu'nun bu makalelerinde yer alan görüşlerinden hareketle onun din ve din görevlisi ile ilgili düşüncelerini tespit etmeye çalıştık. Dört başlık altında ele aldığımız yazımızda, kitapta yer alan sayfa numaralarını da vererek Topçu'nun düşüncelerini şu şekilde açıklayabiliriz:
1. Devlet içerisinde dini zümrenin konumu
Öncelikle her fırsatta milli devlet idealini savunan ve devlet yönetiminde örnek üstatlarımızın Hz. Ömer ve Yavuz Sultan Selimler olduğunu söyleyen Topçu, özlemini duyduğu ahlak temellerine dayanan toplum nizamının ancak İslam sosyalizmine bağlı kuvvetli bir devletçilikle mümkün olacağını savunur (s.48). Böyle bir devlet içerisinde toplumun maddi ve manevi yardımına koşacak bir dini zümrenin teşkilatlanması da yine devletin yardımıyla gerçekleşeceğini ifade eder (49). Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Topçu, ülkede dini zümrenin devletine bağlı ve İslami sosyalizm ideali doğrultusunda hizmet eden bir yapı olması gerektiğini savunmaktadır.
Nitekim dini zümrenin sosyal yardım kuruluşları aracılığıyla vicdanlarda ve sosyal yapıda vazife ve mesuliyet üstlenmesi gerektiğine vurgu yapar. Batı ülkelerine baktığımız zaman bu ulvi vazifeyi Kilise'nin üstlendiğine dikkat çeken Topçu, ülkemizde ise din görevlilerinin maalesef topluma cehennemi anlatmaktan öteye geçemediklerinden ve bu nedenle de etkin olamadıklarından dert yanmaktadır. (s.40)
2. Hatalı din ve İslam anlayışları
Günümüzde din görevlilerinin, toplumda etkili olamayışının temel sebebinin asırlardır süren yanlış İslam anlayışından kaynaklandığını söyleyen Topçu, bozuk anlayış neticesinde zamanla bozulan İslami yaşantıyı şu ifadelerle eleştirir:
"İslam dünyasında asırlardan beri ilme dinsizlik, medeniyete gavurluk ve insanlık düşüncesine ihanet diyen çürümüş bir zihniyet hakim olmuştur. Bu zihniyete sahip hocalar, cemaatin başına adeta heyula gibi dikilip toplumun ruhen kalkınmasına engel olmuşlardır. Yüksek seslerle mabetlerin mermerlerini sarsan bu hocaların cemaati, cehennem ateşinin kızgınlığından korkarak secdeye kapanan ikiyüzlü başlardır. Baş o baş, fakat secde o secde değildir. Bu yüzden Allah hissi kalbimizde yer etmiyor, ahiret inancı dünyamızı cennete çevirmiyor, ağzı oruç tutarken kalbi fitne ve fesat yuvası olmuş, Hacı rütbesini almış ancak dünya menfaatlerine tapan mürailer türemiştir (s.89)."
Bununla birlikte dini yaşantıyı sadece bazı el, kol ve baş hareketlerine hasreden şekilci ve ruhsuz din anlayışına değinerek bunu "Dini Pozitivizm" olarak adlandırır. "Taklitçi pozitivistler cam arkasından sakal öperek, hırka takdis etmede dindarlık var sandılar. İnsan nefesinden şifa umdular, medeni nikahı eksik bulup imam nikahıyla yetindiler, tespih sayısında hikmet buldular, günahlarını rakamla ölçtüler, duaları bağıra bağıra yaptılar, merasimlerle ruhlarını tatmin ettiler. Böylece, muazzam bir dini matematik sistemi meydana çıkardılar. Bu matematiğe sadakat ise imanın şartı oldu"(s.92). Taklitçi, şekilci ve ruhsuz din anlayışını ağır bir şekilde eleştiren Topçu, "sonuç olarak İslam alemi diye bugün karşımızda, eşref-i mahlukat olmaktan çok uzak, dünyada hırslarının, ahiret için korkularının esiri bir iskelet kaldı (s.106)" diyerek yanlış dini uygulamaların İslam toplumunun gelişimini engellediğine ve dine zarar verdiğine vurgu yapmaktadır.
3. Yanlış İslam anlayışından doğru hizmet üretemeyen din görevlileri
Böyle bir iskeleti İslam zanneden zamanın din adamları, aynı uygulamaları büyük ölçüde devam ettirerek cemaatin asıl dertlerine temas etmekten, Allah kullarının kalbine yaklaşmaktan uzak kaldıkları gibi, hatta toplum içerisinde böyle bir mesuliyet ve davanın varlığından bile habersiz kaldılar (s.32).
Bu nedenle günümüzde büyük şehirde olduğu gibi köyde de ahlaki otorite diye bir kuvvetin kalmadığını savunan Topçu (s. 182), bir zamanlar din görevlisinin manevi vesayetinde yaşayan köylünün bu itimadının artık sarsıldığını söyler. Günümüzde imam, köylüye sadece dini vazifelerini yaptıran birisidir. Din görevlisinin şahsiyeti bunun dışında bir değer taşımamakta ve din görevlisi vatandaşın kalbine yerleşememektedir. Şehirlerimiz bir kenara köylerimiz bile artık ahlaki önderini beklerken (s.147), din görevlileri ise tam bir gafletle diğer meslek sahiplerine benzer şekilde davranıyorlar. "Para ile mevlit okuyor, para karşılığında dua ediyor, Kur'an okuma ticareti yapıyorlar. Ruhlara gıda vermek yerine, bir takım hukuk ve hareket kaidelerini anlatıp duruyorlar. Gençlerin boş ruhlarını dolduramıyorlar." Din adamlarının edebiyat ve öğretim alanında da son asırlarda çok fakir ve zayıf durumda olduklarına dikkat çeken Topçu, "artık büyük ruhlar yetiştiremiyor, sadece muhteşem mazinin hasretiyle yaşıyoruz (s.151)" der.
Hem köylerde hem de şehirlerde insanların kin, nefret ve garazkarlık hisleriyle dolu olduklarını söyleyen Topçu, bunun en büyük müsebbibinin ise din adamları olduğunu söyler (s.167). Ona göre, din adamlarının vazifelerini hakkıyla yerine getirdikleri gün, zabıta kuvvetine lüzum kalmayacak (s.49), toplumda huzur, sükunet ve barış hakim olacaktır.
4. Din görevlilerinin toplumda üstlenmeleri gereken hizmetler
Bu güzel idealin, İslam sosyalizmine bağlı, ahlaklı bir toplum nizamının gerçekleşebilmesi için Topçu'ya göre, din görevlilerinin acilen üstlenmesi gerektiği hizmetlerden bazıları şunlardır:
- "Her şeyi okumak, her ilme aşina olmak, herkesi okutmak ve ilmi sevdirmek, hurafelerle mücadeleyi akıl ve irfan vasıtasıyla yapmak.
- Şehirde ve köyde, hastanede ve hapishanede halka şefkat ve hizmet elini uzatmak, sahipsiz ve yetim çocukları yetiştirmek.
- Hastalara, yoksullara hatta işsizlere yardım elini uzatmak.
- Hem akıl hastasının hem üniversite hocasının, hem azgın tüccarın hem sahipsiz gençliğin yanında yaşamak ve onları büyük aydınlığa ulaştırmak.
- Kitaba, gazeteye, şiire, romana, sahneye ve her sanata nüfuz etmek.
- Bütün bunları yaparken herkese hürmet etmek.
- Allah'ın hiç bir kuluna hakareti reva görmemek, herkesten ziyade merhametli olmak.
- Hangi amaçla olursa olsun para ve menfaat endişelerinden uzak durmak. (s.151)."
Sonuç olarak; öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet yapısındaki konumu ile ilgili tartışmaların yaşandığı şu günlerde, Nurettin Topçu'nun konu ile ilgili düşüncelerinin ufuk açıcı olduğunu söyleyebiliriz. İkinci olarak Topçu'nun bozuk ve ruhsuz din anlayışları olarak ifade ettiği uygulamaların günümüzde büyük ölçüde devam ediyor olması, acaba onun bu konuda yanıldığını mı gösteriyor yoksa toplumun ve yetkili kurumların ilgisiz ve duyarsızlığını mı gösteriyor! üzerinde düşünülmesi gerekir. Üçüncü olarak, din hizmetlerinde yapılan uygulamaların günümüzde toplumun ihtiyacını gerçekten karşılayıp karşılamadığı ciddiyetle tartışılmalıdır. Son olarak yazar tarafından 1967 yılında bahsedilen din görevlilerinin toplumda üstlenmeleri gereken vazifelerden 2018 yılında bile din görevlilerinin büyük oranda uzak olmaları üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir konudur.